Karaisalı eski Kaymakamlarından Yazarımız Yılmaz Aydoğan, “Emperyalizmin Kıskacında Türk Tarımı” başlıklı araştırmasında yeni sömürgeciliğe dikkat çekerek, “Şu söz de Kissinger’a aittir: “Petrolü kontrol edebilen, devletleri kontrol eder. Gıda maddelerini kontrol edebilen ise insanları kontrol eder” dedi.
24 sayı sürecek araştırmasının ilkinde Aydoğan şu ifadeleri kullandı:
“Emperyalizm” de denilen “sömürgecilik” olgusu, zaman içerisinde dünyadaki ekonomik ve politik şartlar paralelinde şekil ve içerik olarak değişmiştir. Artık insanlar savaşlarda kitleler halinde öldürülmüyor. Eğitim yoluyla kendi toplumunun değerlerine yabancı, kimliksiz, kişiliksiz ve kendi çıkarlarını dahi bilmeyen, bir anlamda “mankurtlaştırılmış” bireylerden oluşan bir toplum yaratılıyor. Gıdada dışa bağımlı, ne yediğini bilmeyen, yabancı ülke gizli servislerince planlanmış bir beslenme düzeni oluşturuluyor ve toplum yedikleriyle hem bağımlı, hem de özgüvensiz hale getiriliyor. Yani, artık ‘savaş’ iç cephede sürüyor ve sonuçlanıyor.
Çağdaş sömürü düzeni eskisinden daha güçlü, daha merkezi yapıda ve daha örgütlüdür. Kısa vadeli bir gelecekte Güney Amerika, Afrika ve Asya’da kurulu birçok ülkenin Milli Devletleri yıkılarak, yerine Batı’nın tasarımladığı modele uygun; kimliksiz, halkına sırtını çevirmiş, küresel güçlerin taşeronluğunu yapan ve bu arada “yöneticilerin sadece kendi ceplerini doldurmayı hedefleyen” yönetimler oluşturulduğunu göreceğiz. Devlet aygıtını ele geçiren bu yönetimlerce, sayılan ülkelerin ekilebilir topraklarının ve su kaynaklarının kontrol altına alındığına tanıklık edeceğiz.
Amaç, bu tür yönetimlerin yarattığı politik boşlukta, bu ülkelerde yaşayan halkları geleneksel sosyal alt yapılarına yabancılaştırarak, yani köklerinden ayrıştırarak; bilgisiz, çaresiz, sığ ve sonuçta “güdülebilir yığınlar” haline dönüştürmektir.Bu dönüşüm, ordular eliyle zor kullanarak değil; ekonomik, finansal ve politik bağımlılık sonucu oluşturulacak kurumlar eliyle sağlanır. Bu sonuç, yoğun bir propaganda altında vizyona sürülen, psikolojik ve teknolojik uygulama araçları bulunan ve halen sürmekte olan Tarım Savaşı’nın bir aşamasıdır.
Tarımsal üretimin dört ana bileşeninin, “insan, tohum, toprak ve su”, tek bir merkezde yapılan planlama ve uygulamalarla kontrol altına alınması, bu yeni sömürgeciliğin son ve kesin hedefidir.
TARIM SAVAŞI
Bu bölüme başlamadan, Küresel Güç Odakları (KGO) kavramını açmak gerekir.
Bu deyim, yani KGO; çekirdeğini, MÖ 743 ve 722 yıllarında Kudüs’ten Yukarı Mezopotamya’ya, MÖ 586 yılında Babil’e ve MS 135 yılında da Romalılar tarafından Akdeniz çanağına ve Avrupa’ya sürülerek yeryüzüne dağılmış bulunan, Yahudilerin oluşturduğu; binlerce yıldan beri faizcilik ve bankerlik işiyle uğraşarak; Sanayi Devrimi öncesi köle ticareti ile, sonrasında ve Amerika’nın keşfini takiben de sanayi ve spekülatif ticaretle büyük miktarda güç/sermaye biriktiren “uluslar üstü para zengini aileleri tanımlamak” için kullanılmıştır.
Bunlar genelde Birleşik Devletler, Kanada, Britanya ve nadiren Batı Avrupa ülkelerinde yaşamakta; özellikle ABD Devlet aygıtını ele geçirmiş ve bu aygıtı kullanarak tüm dünyaya hükmeden “zenginler kulübü” üyeleridir. Değişik çalışmalarda; “Dünyada 60 ultra zengin aile bulunduğu, bu ailelerin yönetimindeki 147 uluslar üstü şirketin Dünya Ekonomisine yön verdiği, emirleri altındaki 350 şirketle Dünya kaynaklarını yağmaladıkları” yolunda ifadeler bulunmaktadır.
Dünya üzerinde yaşayan insanların Küresel Güç Odakları’na (KGO) tam bağımlılığını hedefleyen bir savaşın içindeyiz. 200 yıldan beri süregelen bu savaşın son hedefi, dünya üzerinde KGO nın “Küresel Diktatoryasını” açık ve karşı konulamaz biçimde ilan etmektir. Bu güç odakları tohuma, toprağa, suya ve insana tam anlamıyla sahip ve egemen olmayı hedeflemektedir. Savaş, toplumların midesine yönelik ve tarım alanındadır. Bazı çalışmalarda bu, “Biyolojik Savaş” adıyla da tanımlanmaktadır.
Hedefe varmak için, bu savaşta aşağıdaki aşamalardan geçilmesi planlanmıştır:
1. Amerikan Tipi Yeni Bir Beslenme ve Yaşam Modelinin Toplumlara Benimsetilmesi,
2. Modelin Etki Alanını Genişleterek Devamlılığın Sağlanması,
3. Hedef Ülkeler İle Tarımsal Rekabetin Önlenmesi,
4. Hedef Ülkelerdeki Tarımsal Üretimin Dışa Bağımlı Kılınması.
Yeni yaşam modelinin benimsetilmesi; “reklamlar ve Amerikan filmlerinin yaptığı ‘algı yönlendirmeleri’ yoluyla ‘cola’nın sofralara girmesi, ‘fast food’ türü beslenmenin öne çıkartılması ve bu beslenme türüne özellikle genç nesillerin imrendirilmesi” suretiyle yapılmaktadır. Bu alanda alttan alta, özellikle TV dizileri yoluyla, tam ve tavizsiz bir algı yönetimi uygulanmaktadır.
Topluma bu tarz beslenme ve yaşama biçimi benimsetildikten sonra, hedef ülke ile ABD arasında önce bir “Karşılıklı Kültürel ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalanır. Hedef ülke bu çerçevede Amerika’ya en çok birkaç folklor ekibi yollar. Onlar Amerikan şehirlerinin sokaklarında gelip geçenlere eğlence olurken, Amerika yüzlerce “uzman”dan oluşan bir ekiple o ülkeye tam bir çıkarma yapar. Çıkartma kadroları arasına bazen birkaç Hollywood artisti de serpiştirilerek “karanlık girişimlerini” renklendirirler.
“Uzmanlar” genellikle, Amerikan kökenli vakıflarla, sözde yardım kurumları ve danışmanlık şirketlerinin elemanı, ya da ‘lisan öğreticisi’ kisvesiyle gelirler. Uzmanların öncelikli ödevleri sağlam ve güvenilir yandaş kadrolar oluşturarak, hedef ülkedeki politik yapı ve devlet üst bürokrasisi içerisinde ileride atılacak adımların temelini oluşturmaktır.
“Uzmanlar” tarafından toplumun hemen her kesimi ile oluşturulan “masumane” ilişkilerle, o ülkenin ayrıntılı bir “sosyo-ekonomik profili” çıkartılır. Bu çalışma daha sonra atılacak adımları belirler.Devlet kadrolarındaki ABD yanlısı “dost unsurlar” korunup kollanırken, dost olmayan “sakınılması gereken” unsurların, etkili konumlardan uzaklaştırılmaları öncelikli girişimler arasındadır. Sonuç olarak oluşturulan “ABD dostları ve yandaşları” ağı, hedef ülkenin devlet kurumlarında yapısal, personel ve düşünsel dönüşümler sağlanarak, ülkenin direnme potansiyeli tamamen kırılır. Hedef ülke kendisini savunamaz hale getirilir.
Bu durum, KGO nın gerçek amacı olan, “ülkelerin tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarının ele geçirilmesine ve kendi hedefleri doğrultusunda istediği gibi kullanılmasına” imkan sağlar. Böylesi sistematik bir sömürü planına teslim olan hedef ülke, aynı zamanda tüm tarımsal üretim bağımsızlığını da kaybeder. Ülkenin geleneksel beslenme tarzı, ABD tipi beslenme tarzında yeniden şekillendirilir.Bunlara ek olarak ABD, gerektiği an ve yerde “iç karışıklıklar organize etmekten”, “darbeler planlayıp uygulamaktan”, “doğrudan askeri saldırıya” kadar her türlü saldırgan yöntemleri de kullanmaktan geri kalmaz.
Ve tüm bu eylem ve etkinliklerin hedefi tarımdır. ABD eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger bir keresinde: “Yabancı ülkelere yaptığımız diplomatik ziyaretlerde güncel konumuz ne olursa olsun, ek olarak her zaman çantalarımızda söz konusu ülkenin tarım politikaları üzerine isteklerimizi içeren dosyalarımız da olur” demiştir. Tarım Savaşı’nın, güncel politik zorunlulukların dışında, nasıl kesintisiz sürdürüldüğü, bundan daha güzel anlatılamaz.Şu söz de Kissinger’a aittir: “Petrolü kontrol edebilen, devletleri kontrol eder. Gıda maddelerini kontrol edebilen ise insanları kontrol eder.”