(1)
İlkokuldan beri okuyorum.
Okumayı öğrendim mi? Bilmiyorum!
Yalnızca yazıları seslendirmek değildir okumak.
Okuduğumuzu bir çırpıda anlamaktır diye düşünüyorum. Bir işe yaramalıdır okumak. Keser, kerpeten, testere, kalem nasıl bir işe yarıyorsa öyle yaramalıdır. Önümüze çıkan bir sorunu çözebilmeli, aydınlatmalı. Yoksa okumayı öğrenmiş sayılmayız… Bununla birlikte yine soruyorum; okumayı öğrendim ? Buna karşın okumayı sürdürüyorum, ne zaman öğrenirim bilmem?
Her zaman olduğu gibi bu yaz da okudum. Altı yedi kalın kitap! Okuduğum kitaplardan birkaç tümce, kısa pragraf sunacağım. İlginizi çeker mi bilmiyorum?
*İbrahim Çenet, DEVRİME ADANMIŞ BİR ÖMÜR, 304 s., Çardak y, 2017 / Çenet, anılarını yazmış, ilginç. Çok şey var anılardan öğrenilecek… Gençlik yılları, okul yılları, devrimcilik, devrimciler, yurt içi yurt dışı geziler, dernekçilik, siyasetçiler, yazarlar… anlatılıyor.
Nobel ödülü üzerine şöyle bir saptaması var: Bilindiği gibi Albert Nobel dinamiti bulmuştu; savaşlarda insanları öldürmede kullanılınca, bundan rahatsız oldu! Gelirlerinden barış için ödül verilmesini istedi…
Şimdiye dek 104 edebiyat ödülü verilmiştir.
Bir alıntı:
“Nobel ödülü, yüz yılı aşkın bir süredir, İsveç’in kapitalizmi ve silah sanayinin gizlemek için baş vurduğu bir göz boyama yöntemidir. Nobel’in tarihi ayıplarla doludur. Nobel Ödülü’nün 1939’da Adolf Hitler’e verildiğini ve Hitler’in bu ödülü ret ettiğini çoğu kimse bilmez. Bu ödülün birkaç yıl önce Dünya Savaş Konseyi Başkanı Barak Obama’ya verilmesi ise bir başka ayıptır…”(s. 199)
*Cezmi Ersöz, İÇİME GİR AMA SİGARANI SÖNDÜRME, 158 s., 20 öykü, Tekin y., 3. Bsk. 2013/ Ersöz öykülerini yalın, akıcı bir biçemle yazmış, başladınız mı ayrılamıyorsunuz…
“Sen bana daha az zarar verirsin” adlı öyküsünde bir zenci kızı anlatıyor. Ondan çarpıcı bir alıntı:
“Çok kısa sürelerde yayınevlerinde, pazarlama şirketlerinde çalışmıştı. Onun deyişiyle bu kadar beyaz işsiz genç varken, bir siyaha, bir zenciye bu şehirde kim sürekli iş verirdi… İçine girilmeyecek evlerin kiraları elli milyondan başlıyordu. Depozit, iki üç aylık peşin para istemeleri de cabası… Üstelik hiç eşyası da yoktu. Bütün her şeyi, dahası evi sırtında taşıdığı o çuval bezinden çantasının içindeydi… Bütün gün gazete ilanlarında iş arıyor, akşam olunca da umutlarını bir sonraki güne erteleyip kafelerde, barlarda, köşe başlarında kendine az zararı dokunabilecek birini bulmaya, evine o gecelik davet ettirmeye çalışıyordu…” (s. 123)
(SÜRECEK)