Köy enstitüleri yalnız ülkemize değil, dünyaya bile ışık tutmuştur.
Bu okula alınan öğrenciler, yaşamın içindeydiler. Okullarını, yatakhanelerini, lojmanlarını kendileri yapıyorlardı. Sıvasını, badanasını, kapısını, mandalını yapıyorlar, suyunu, elektriğini kendileri döşüyorlardı. Tarlasını, bahçesini kendileri ekiyorlar, fidesini, ağacını kendileri dikiyorlardı. Tavuğunu, danasını, ineğini, sebzesini, meyvesini kendileri yetiştiriyorlar, köy için ne gerekliyse hepsini yapıp öğreniyorlardı. Yani okullarını kendileri yapıp kendileri okuyorlardı. Devlete yük olmuyorlardı.
İş eğitimi, bilgi eğitimi (spor eğitimi, müzik eğitimi, sanat/zanaat eğitimi, sosyal bilgiler, fen bilgileri eğitimi, matematik, dikiş nakış, folklor, marangozluk, demircilik, sağlık, tarımcılık, duvarcılık, elektrik, su tesisatçılığı …) birlikte, eşit ağırlıkta öğreniliyordu.
Bal arısı, karınca gibi çalışıyordu öğretmenler, öğrenciler… Sabah kalkınca, müzik eşliğinde, öğretmenleriyle öğrenciler halk oyunları oynuyorlardı. Sonra derslere giriliyor… işleniyordu ders.
Sabah kahvaltısı yapılıyor, öğle , akşam yemeği yeniyor, mütalaaya giriliyor, yat zili çalınca yatakhanelerde dinlenmeye geçiliyordu.
Kütüphanesinde Türk ve Dünya klasikleri, güncel yayınlar vardı. Gazeteler dergiler eksik değildi. Okul bültenleri, dergileri, duvar gazeteleri çıkarılıyordu. Öğrenciler harıl harıl okuyorlardı.Fen bilimlerinde, güzel sanatların her dalında ilerleme gösteriyorlardı. Öykü, şiir, roman yazıyorlardı. Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Osman Bolulu, Osman Nuri Poyrazoğlu, Abdullah Özkucur, Fakir Baykurt, Osman Şahin… bunlardan birkaçıydı.
Bu okullardan mezun olanlar köylerde öğretmenlik yapıyorlardı. Köyün çehresi değişmeye başlamıştı. Köylü mektubunu okuyor, yazıyordu. Çiftini çubuğunu sürer, ürününü değer fiyata satar oldu. Evini damını yapar oldu. Hastasını iyi eder oldu… Uyandı, köylü kendi işini kendi görür oldu…Büyük, yüce, mucizeler yaşanıyordu. Eskisi gibi ağanın, beyin buyrukları dinlenilmiyordu…
Neydi bu okul, nereden gelmişti. Atatürk’ün bankanları, bilim adamları atmıştı bu fikri ortaya. Önce askerde çavuş, onbaşı olanlar eğitildi altı ay bir yıl. Eğitmen olarak köylere gönderildi. Üç yıllık köy okulundan beş yıllık köy okuluna geçildi…Buradan yetişen öğrenciler köy enstitülerine alındı.
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü el ele verdiler…Köy enstitülerin sayısını 21’e çıkardılar…
Köy enstitülerinden yetişen çocuklar aydınlatıverdiler köylerini…Altından sandalyesi kaymaya başlayan ağalar beyler tedirgin oldular. Parti kurdular. Köy ağalarıyla, şehir ağaları birleştiler. Köy enstitülerini kapattılar. Eğitim sistemini kafalarına göre değiştirdiler. Adını “İlköğretmen Okulu” yaptılar. Bu da yetmedi, “Öğretmen Lisesi”ne çevirdiler. Bundan da istedikleri sonucu alamadılar. Yerine eğitim enstitülerini açtılar. Bu okullar da işlerini görmedi. Eğitim fakültelerine verdiler öğretmen yetiştirmeyi…
Sonuç? Eeeeeeee! Sonucu herkes görüyor…
16.04.2020; Adana