İyi ki İstanbul’u almışız? Yoksa biz İstanbul’suz ne yapardık? Anadolu insanının aklından hiç çıkmaz İstanbul. Taşı, toprağı altındır. Çıkıyı çakmağı sırtladı mı ver elini İstanbul! Köyünde zorlukla karşılaşan, başlık parasını ödeyemeyen tutar İstanbul’un yolunu… Dönemeyenlerin sevgilileri “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun; gördün güzelleri bine unuttun…”diye sızlaşır dururlar.
Ne diyor onun için Nedim? “Bu şehr-i Stanbul ki bi misl-ü bahadır/ Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır” Bunun anlamının herkes biliyor sanıyorum! Ama yine de söyleyelim: Paha biçil(e)mez bir kent İstanbul; bir tek taşına bile Acem mülki fedadır. Dileyen, “dünya mülkü” diye çevirebilir…
İlk olarak 1972’de gitmiştim İstanbul’a. Yalova’dan vapura bindik; yaklaştıkça İstanbul devleşiyordu gözümde. Bir ejderha gibi geldi bana! Galata Köprüsü’nden, Beyoğlu’na geçeceğiz. Biri yaklaştı yanımıza, “Paramın tümünü çaldılar” dedi. Dikkat et dedim, burası İstanbul seni bile çalarlar. Gerçekten de İstanbul acımasız bir kent… Onu bilmeyen, tanımayan, değerlendir(e)meyen erir gider… 2018’de de gitmiştim; İstanbul diye bir yer kalmamış; her yer İstanbul olmuş… Gökdelenler kaplamış göğü…
Beyoğlu’na çıktık. Yeşilçam sokaklarında dolaşıyoruz. Saçlarım omzumda, bıyıklarım sarkmış, sinema oyuncusuna benziyoruz. Biri yaklaştı yanımıza; “Figüran oynar mısınız?” dedi. Oynarız dedik; gittik bir firmaya. “Aklıma geldi, ne kadar sürecek bu figüranlık?” “Altı ay sürer” dediler; “Amasya’da çekilen bir filmde oynayacaksınız....” Ben evliyim, öğretmenim, iki çocuğum var dedim içimden; kalamam. Yanımdaki arkadaşa “Sen kal” dedim o bekar ve gençti benden, o da kalmadı…
Yahu bak nereye geldik? İstanbul’u alacaktık biz?!
Fatih Sultan Mehmet’ten önce Emeviler, Abbasiler, I. Bayazıt, Musa Çelebi, II. Murat tarafından kuşatılmış İstanbul; başarı sağlanamamış. Ancak Çine Kalesi’nin alınmasıyla Rumeli’ye geçilebilmiş. Bu da bir başarı sayılabilir. Bizim oralarda çocuklar çivi oynarken derler ki, sen sallandır ben ballandırayım. İşte onun gibi bir şey. Söz konusu kuşatıcılar, İstanbul’u epey sallamışlar, sarsmışlar, ballandırma aşamasına getirmişler…
Fatih İstanbul’u kuşatma hazırlıklarına giriştiğinde heç kimseye bu konuda bilgi vermemiş! Bizans’tan kovulan Macar asıllı Urban Ustaya toplar döktürürmüş. Karadan Haliç’e indirilecek gemiler yaptırmış. Soranlara, “Sakalım bile bilmez ne yaptığımı? Eğer bir teli bilse o teli hemen keser atarım” demiş…
İstanbul’u karadan ve denizden kuşatan Fatih “Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni alır” diyor. Karadan kaydırarak Haliç’e indirdiği gemileri gören Bizanslılar şaşkına uğruyorlar… Ayasofya Kilise’sinin çanları durmuyor. Toplar surları dövüyor. Kılıçlar şaklıyor havada. Fatih’in ordusu Ulubatlı Hasan eliyle burca dikiyor bayrağı, Yardıma gelen haçlılar kaçıyorlar. Fatih İstanbul’a giriyor. 29 Mayıs 1453 İstanbul feth ediliyor…
Yağmalama başlıyor. Ayasofya Kilisesi’nin yağmalanmasına şiddetle karşı koyuyor Fatih. Kilisenin önemli eşyalarını yağmalayan, parçalayan yağmacıları idamla cezalandırıyor.
Alınan tutsaklar içinde İmparator XI Kostantinos’un yeğeni de bulunmaktadır. Yiğen Müslüman oluyor, Mesih adını alıyor, Paşa unvanı veriliyor, Sadrazamlığa yükseltiliyor.
Fatih’in İstanbul’u almasıyla Orta Çağ kapanıyor, Yeni çağ başlıyor. İstanbul yönetimi soluk alıyor. Gerçekleştirilen önemli işlerden biri de, İstabul’da bulunan sanatçıları toplamak, bir araya getirmek, korumak oluyor. Bununla yetinmeyen Fatih Anadolu’da yaşayan, bilinen ne kadar sanatçı, sanatkar varsa onları da İstanbul’a getirtiyor, barınak, kalacak yer veriyor, çalışmalarını kolaylaştırıyor…
Fatih’in, gül koklarken görülen resmini Nakkaş Sinan Bey çizmiştir. İtalya’dan getirttiği Ressam Gentile Bellini de üstte bir kemer görülen resmini çizmiştir.
Artık İstanbul, Osmanlının, ticaretin, siyasetin, kültürün, sanatın başkenti olmuştur…
Kutlu olsun.
29.05.2020, Çamlıyayla