Çulhaoğlu yaptığı basın açıklamasında; Türk ekonomisi cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimiz son iki yıldır teğet geçti denilen 2008 ekonomik krizinden daha ciddi bir dar boğazın içine girmiştir. Pandemi ilan edilmeden önceki süreçte hükûmet neredeyse ayda bir ekonomi paketi açıkladı. Pandemi sürecinde de haftada bir paket açıklıyor, ama sorunlara çözüm bulamıyor. Bu sistemin başından beri iyi parti olarak her hafta açıklanan ekonomik paketlerin sorunları gideremeyeceğini, üretimin ve istihdamın önemini dile getirdik, getirmeye devam edeceğiz” dedi.
Çulhaoğlu yaptığı basın açıklamasında şöyle devam etti:
“Onsekiz yıldır ülkemizde yargı sistemi planlı ve sistematik olarak tahrip edilmekte, anayasa’ya sıkı sıkıya bağlı yargıçlar yerine hukuk cemaatlere, tarikatlara bağlı yargıçlara emanet edilmektedir.2010 anayasa değişikliği referandumunun sonuçlarını 15 Temmuz 2016 hain darbe kalkışmasıyla gördük. Bu kalkışmadan ders çıkarmamız gerekirken, sanki ülkenin tek sorunu parlamenter sistemin eksikleriymiş gibi, 2017 anayasa değişikliği referandumu gerçekleştirildi. Peki hükümet referandumunu ne vaad ederek yaptı? “demokratik sorunlar, yargısal sorunlar, ekonomik sorunlar aşılacak diye yaptı. Sonuç, bu sorunlar daha da ayyuka çıktı. Yeni sistem diye getirilen bu anlayış yürütmeye denetimsiz bir yönetim hakkı verdi. Hükûmet tüm kurumlarıyla birlikte sorgulanamayan ve denetlenemeyen bir yetkinin sahibidir. Diğer yandan üst düzey bürokratların kariyerlerinin tek bir kişinin sözüne bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bunu merkez bankası başkanının “aynı kulvarda değildik, gerekeni yapmadı.” Denilerek görevden alınmasını örnek gösterebiliriz. Yine, 90’lı yılların pek revaçta olan uygulaması bütçe dışı fonların, örneğin, Türkiye Varlık Fonu’nun dünyada eşi benzeri olmayan bir biçimde Sayıştay denetiminin dışına çıkarılması, kurumlarımızda yaşanan yozlaşmayı gözler önüne sermektedir. Yargı ve kamu bürokrasisinde bu keyfî gelişmeler yaşanırken hukukun üstünlüğü açısından ülkelerin kıyaslandığı endekslere de bakmamız lazım ki: sözlerimizin altını dolduralım. “dünya adalet projesi” adlı kuruluşun yayınladığı 2020 yılına ilişkin hukukun üstünlüğü endeksi’nde Türkiye'nin 128 ülke arasında 107’nci sırada yer aldığını; Mısır, Kongo, Venezuela gibi ülkelerle aynı kategoride değerlendirildiğini görmekteyiz. 2009 yılından bu yana yayınlanan hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 126 ülke arasında her geçen gün daha da geriye gitmiş, 2011’de 44’üncü sıraya, 2014’te 59’uncu sıraya, 2016’da ise 99’uncu sıraya gerilemiş; partili cumhurbaşkanlığı sistemi sonrasında ise 109’uncu sıraya düşmüş durumdadır. Yani Bangladeş, Myanmar gibi ülkelerle birlikte değerlendirilmeye başladık. Vatandaşlarımız arasında adalet sisteminden memnuniyet oranı 2007’de yüzde 67 iken, 2018’de bu oran yüzde 44’lere düştü. Bakın demokrasiden, hukukun üstünlüğünden ya da yargının bağımsızlığından uzaklaşmak, ekonomimize nasıl tesir etmiş hep beraber inceleyelim.
Partili cumhurbaşkanlığı sisteminin dolduğu ikinci yılda, tüm gelişmekte olan ülkelerden, neredeyse her konuda negatif olarak ayrışmış durumdayız. 2018 yılında yüzde 2,6, 2019 yılında ise yüzde 0,9 büyüyebilen Türkiye, 2020 yılında gerçekleşmesi muhtemel daralmayla Cumhuriyet tarihinin en kötü üç yıllık performansını sergilemiş olacaktır. Yine, bu süre zarfında, kişi başına düşen millî gelirimiz 2 bin dolardan daha fazla azalmış durumdadır. İşsizlik verileri de sistemin işlevsizliğini ortaya koymaktadır. Son on yıl içerisinde tüm ekonomik göstergeler bozulmuş, neredeyse iyiye giden hiçbir şey kalmamış. Sizce bu tesadüf müdür? Yok tesadüf değilse gerçekten ekonomi ve hukuk arasında bir kuvvetli ilişkiler ağını yönetememek gibi bir problemden muzdarip durumda mıyız? Şimdi yeniden söylüyoruz; mesele almaya çalıştığınız ekonomik tedbirlerin ötesinde yeni paket açıklayarak ya da yurt dışında yatırımcıları ikna etmeye çalışarak içinden çıkılabilecek bir durum olmayı geçmiştir. İktidar olarak yok ettiğiniz hukuku, adaleti, demokrasiyi yeniden inşa etmek mecburiyetiyle karşı karşıyasınız. Yönetim sizde ise sorumluluk da sizdedir. Sorumluluktan kaçış olmaz. Bu yanlışlar manipülasyonlar ile başkalarına yüklenemez. Artık insanlarımızın yeniden devletine güvenmesi ve alt liglere düştüğümüz hayati kulvarlarda üst sıralara çıkmak için güçlendirilmiş ve iyileştirilmiş parlamenter sistemi yeniden inşa etmek kaçınılmaz bir hal almıştır.”