CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU'NUN 37. OLAĞAN GENEL KURULTAY KONUŞMASI
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Bilkent Odeon'daki CHP'nin 37. Olağan -İktidar-Kurultayı'nda yaptığı konuşma şöyle:
Efendim hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli yol arkadaşlarım, Covid-19 nedeniyle aramızda bulunmayan tüm dostlarımız, televizyonlarının, radyolarının, sosyal medya hesaplarının başında kurultayımızı izleyen saygıdeğer vatandaşlarımız, gençlerimiz, kadınlarımız, işçilerimiz, esnafımız, çiftçilerimiz, şehit yakınları ve gazilerimiz, iş insanlarımız, engellilerimiz, emeklilerimiz, taşeron işçilerimiz, orman köylülerimiz, apartman görevlilerimiz, kuryelerimiz ve güvenlik güçlerimiz, tüm sağlık çalışanları, 800 haftadır çocuklarını, evlatlarını arayan Cumartesi anneleri; 37. Kurultayımızdan hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı ve muhabbetlerimi gönderiyorum. Bütün vatandaşlarımı kucaklıyor, hepsinin sorunlarına çözüm üreteceğimizi buradan açıkça Türkiye’ye de, dünyaya da ilan ediyorum.
Değerli yol arkadaşlarım, bu kurultay TBMM’nin açılışının 100. yılında yaptığımız bir kurultaydır. Tarihi bir kurultaydır. 100 yılı geride bırakan ve önümüzdeki yüzyıla açılan bir kurultaydır. Bu kurultay bizi Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun 100. yılına yani 2023’e taşıyacak olan kurultaydır. Bu kurultay, 2023’te cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırma azim ve kararlılığımızı gösterecek olan kurultaydır.
Değerli yol arkadaşlarım, bu iktidar kurultayının onbinlerin katıldığı bir ortamda yapılmasını elbette ki çok arzu ederdik ama Covid-19 süreci böyle bir kurultayı yapmamıza izin vermedi. Ama yürekten inanıyorum, onbinlerin, yüzbinlerin, milyonların gözü, kulağı, aklı ve yüreği bu kurultaydadır. Onlar şu anda bizi izliyorlar. Bu kurultay sadece sevgili vatandaşlarımızın değil, Ortadoğu’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Afrika’ya, Afrika’dan Amerika’ya, Amerika’dan Rusya’ya, Rusya’dan Uzak Asya’ya kadar tüm dünyanın gözünün, kulağının olduğu bir kurultaydır. Çünkü bu kurultay sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik buhrandan nasıl çıkacağımızı anlatacağımız kurultaydır. İnanıyorum ki, bu çıkış yolu tüm dünyaya örnek olacaktır.
Yüzyıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk nasıl ki, Milli Kurtuluş Savaşını verirken bütün mazlum ülkelere örnek olduysa, bizim de böyle bir süreci hayata geçirerek dünyaya örnek olmamız gerekiyor. Bu kurultayda alacağımız her kararın yankısının yüksek olacağını biliyoruz.
Değerli yol arkadaşlarım, bu kurultay özetlemek gerekirse alçakgönüllü bir uygarlığın inşasına çağrı kurultayıdır. Hep birlikte alçakgönüllü bir uygarlığı inşa edeceğiz. Tarihin bize yüklediği sorumluluk budur. Bu kurultay işsizliği, bu kurultay yoksulluğu, bu kurultay adaletsizliği, bu kurultay liyakatsizliği, bu kurultay kayırmacılığı ve bu kurultay umutsuzluğu nasıl ortadan kaldıracağımızı açıklayan bir kurultaydır.
Değerli yol arkadaşlarım ve bizleri dikkatle dinleyen sevgili vatandaşlarım; Türkiye, cumhuriyet tarihinin en ağır bunalımını, buhranını yaşıyor. Bir daha ifade edeyim, abarttığımı hiç kimse sanmasın. Türkiye, cumhuriyet tarihinin en ağır buhranını yaşıyor. Bu buhran yönetim buhranıdır, bu buhran demokrasi buhranıdır, bu buhran ekonomi buhranıdır. Bu buhran toplumsal ve kişisel sağlığımızı, birliğimizi ve beraberliğimizi derinden dinamitleyen bir buhrandır.
Değerli yol arkadaşlarım, hiçbir vatanseverin umutsuzluğa kapılma hakkı yoktur. Bir daha söylüyorum, bu kadar ağır bir buhranın içinden geçiyorsak hiçbir vatanseverin, özellikle de hiçbir Cumhuriyet Halk Partilinin umutsuzluğa kapılma hakkı da yoktur, yetkisi de yoktur.
Biz, birlikte inançla, kararlılıkla, azimle Türkiye’yi bu krizden, bu buhrandan çekip çıkaracağız. Adalet Yürüyüşü’nü hiç kimse unutmasın. Adalet Yürüyüşü’nün son gününde, Maltepe’de, “bu bir son değil, bu bir yeni başlangıçtır” demiştim, “önümüzdeki duvarı yıkacağız” demiştim. 31 Mart yerel seçimlerinde duvarın arkasına geçtik, o duvarı şimdi dostlarımızla birlikte ve milletimizin ferasetiyle parça parça yıkacağız.
Sevgili yol arkadaşlarım, saygıdeğer vatandaşlarım; “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni hazırladık. Az önce Genel Başkanlarımız sizlere hitap ederken bir dönüşümden, bir değişimden, projeden, ilkelerden söz ettiler. Evet birinci yüzyılı madem ki bitirdik, madem ki birinci yüzyılın içindeyiz, ikinci yüzyıla bir çağrı beyannamesi hazırlamak zorundayız, ikinci yüzyıla hazırlanmak zorundayız. Millet olarak hazırlanmak zorundayız. “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” adını verdiğimiz çözüm önerilerimizi sunmadan önce, değerli delegelerimize sunmadan önce, Türkiye’nin önündeki beş temel sorundan kısaca söz etmek isterim. Neden buhran diyoruz, neden çözüm beyannamesi, neden ikinci yüzyıla hazırlık? İçinde yaşadığımız beş temel sorun elimizi, kolumuzu adeta bağlıyor. Buradan çıkacağız.
Birinci sorunumuz, demokrasi sorunu: Yasama, yargı ve medya bir kişinin vesayeti altındadır. Üzülerek ifade ediyorum, 21.yüzyılın Türkiye’sinde yasama, yargı ve medya bir kişinin vesayeti altındadır. Demokrasi sadece kağıt üzerinde kalan bir sözcük haline gelmiştir. Öyle bir noktadayız ki saray ne diyorsa yargı onu yapıyor, egemen güçler ne diyorsa saray da onu yapıyor. İlliyet bağına bakınız lütfen. Bir daha ifade edeyim illiyet bağını. Saray ne diyorsa yargı aynısını yapıyor. Egemen güçler ne diyorsa saray aynısını yapıyor. Örneğin saray talimat veriyor, “Osman Kavala içeride kalacak”, yargı gereğini yapıyor. Örneğin “Selahattin Demirtaş içeride kalacak, hapse atacaksınız, beraat mi boş verin onu, üst mahkeme, alt mahkeme boş verin onu, içeride kalacak”, gereği yapılıyor, içerde kalıyor. Cezaevlerinde onlarca gazeteci var. Buradan cezaevinde olup kalemini satmayan, özgürce gazetecilik yapan bütün gazetecilere selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz.
Saray talimat veriyor yargı gereğini yapıyor. Ama egemen güçler talimat verince saray da onların gereğini yapıyor. Örnek? Unutuyoruz, çok sık unutuyoruz. Unutmayacağız, asla unutmayacağız. Trump saraya talimat verdi, Rahip Brunson’u derhal serbest bıraktılar. Mahkeme falan hepsi hikaye. Egemen güçlerin talimatıyla, içerde de sarayın talimatıyla yargı gereğini yapıyor. Saray talimat veriyor özgür medya ve sosyal medya susturuluyor. Ayrıca 20 Temmuz sivil darbe sürecinde- o süreci yaşıyoruz şu anda - TBMM’nin yetkileri kısıtlanmıştır. Denge ve denetleme mekanizmaları adeta felç edilmiştir. Meclisin bütçe hakkı ve yetkisi fiilen elinden alınmıştır. Böyle bir ortamda demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
İkinci sorunumuz, ekonomi: Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum. Mutfağınızda yangın var mı? Var. Sizin veya komşunuzun veya akrabanızın, veya bir dostunuzun çocukları işsizse, 18 yıldır Türkiye’yi bu noktaya getirenleri sorgulamak zorundasınız. Demokrasi istiyorsanız, hak istiyorsanız, hukuk istiyorsanız sorgulamak zorundasınız. Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik bağımsızlığı tehlike altındadır. Bir daha söylüyorum, Mısır’daki sağır sultan da duysun, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ekonomik bağımsızlığı tehlike altındadır. Diyeceksiniz ki nasıl tehlike altında? Her gün güzel hikayeler anlatıyorlar. Şu rakamları her bir delege arkadaşımın ezberlemesini istiyorum. Her bir delege arkadaşımın burada yapılan konuşmalarda verilen rakamları her yere, en ücra köşeye ulaştırması lazım. Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu zaman savaş meydanlarında kuruldu. Lozan’da tapu senedimizi aldık. Hiç kimsenin önünde diz çökmedik. Duyun-u Umumiye vardı, Osmanlının gelirlerine egemenler el koymuştu. Duyunu Umumiye yani Genel Borçlar İdaresi demek bugünün diliyle. Cumhuriyeti kuranlar, 1923 – 2002 tam 79 yıl, tam 79 yılda 57 hükümet kuruldu. 79 yılda 57 hükümet Türkiye’ye hizmet etti. Bu süre içinde yani 79 yıl içinde 714 milyar dolarlık bir kaynak kullanıldı. 714 milyar dolar 57 hükümet 1923’ten 2002’ye kadar para harcadılar. Bunlarla ne mi yapıldı? Sümerbank’lar yapıldı, Etibank’lar yapıldı, Petkim’ler yapıldı, Tüpraş’lar yapıldı, Telekom yapıldı, demir-çelik fabrikaları yapıldı, Kırıkkale’de entegre silah sanayi kuruldu, şeker fabrikaları yapıldı. Osmanlının borcu son kuruşuna kadar ödendi. Kıbrıs Barış Harekatı yapıldı. Kore’ye asker gönderdik. 1929 dünya ekonomik buhranı içinde de onurlu durmasını bildiler bunlar. Büyük depremler ve felaketler yaşandı. Harcadıkları para 714 milyar dolar.
Şimdi, 2003-2020, 18 yılda harcanan para yani bu iktidarların, yani AK Parti iktidarlarının 18 yılda harcadıkları para ne kadar? 714 milyar dolar değil, 2 trilyon 400 milyar dolar. Bir daha söylüyorum, 79 yılda 714 milyar dolar 57 hükümet harcadı, ama bunlar son 18 yılda 2 trilyon 400 milyar dolar para harcadılar. Karakaya Barajı mı yaptılar, Keban Barajı mı yaptılar, Petkim mi yaptılar, yeni bir Petkim? Yeni bir Telekom mu? Neler yaptılar? Bu rakamlara efendim havaalanı yaptık, şehir hastaneleri bunlar dahil değil. Niçin? Bunların bedelini bizim torunlar ödeyecek, çocuklar ödeyecek bunların bedelini. Bunlar için harcanan bir para yok devletten. Dolayısıyla 79 yılda bizim yaptıklarımızı, bütün hükümetlerin yaptığını sattılar, fabrikaları sattılar. Parayı ne yaptıklarını kimse bilmiyor. En önemli tesisleri sattılar, parayı ne yaptıklarını kimse bilmiyor. Topraklarımızı sattılar, vatan toprağını sattılar. 250 bin dolara istediğiniz yerden istediğiniz daireyi alabiliyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, bunu özellikle bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma ifade etmek istiyorum; elinizi vicdanınıza koyun, 18 yıl bir devlet gelecek, bir yönetim gelecek devleti yönetecek 18 yıl ve 18 yılda 2 trilyon 400 milyar dolar para harcanacak, bu paranın nereye gittiğini TBMM’de hiç kimse bilmeyecek, zaten vatandaş bilmiyor, ondan sonra kalkacaksınız bana ekonomiden söz edeceksiniz. Sorması lazım vatandaşın, 2 trilyon 400 milyar dolar para harcandın da bu işsizlik ne arkadaş, bu yoksulluk ne, bu sefalet ne? Lale Devri’ni yaşayanlarla sokaktaki vatandaşın hayatı farklıdır. Lale devrini yaşayanların hiçbir sorunu yoktur. Sokaktaki vatandaş dert küpüdür. Bunu herkesin bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlarım, ayrıca borç batağındayız. 2 trilyon 400 milyar dolar para harcıyorlar ve Türkiye şuanda borç batağında. Nasıl Osmanlı’nın son dönemlerinde Duyun-u Umumiye İdaresi kurulduysa, 12 Eylül 2019’da Borçlar Genel Müdürlüğü kuruldu Duyun-u Umumiye’nin bir benzeri.
Değerli arkadaşlarım, ayrıca bunlar olsa hadi çözelim diyelim, hadi sabredelim diyelim. Ayrıca Londra’daki bir avuç tefeciye 83 milyonu çalışır hale getirdiler. 83 milyon vatandaş Londra’daki bir avuç tefeciye çalışıyor. Dün bir günde Londra’daki tefecilere ödenen faiz 48 milyar 703 milyon dolardı. Bugün akşama kadar da Londra’daki bir avuç tefeciye hepimizin alın terinden alınan 48 milyon 703 milyon dolar para ödenecek.
Değerli arkadaşlarım, 18 yılda bunların Londra’daki tefecilere ödediği faiz ise 178 milyar 154 milyon dolar. İşçi çalıştı, çiftçi çalıştı, emekli iş bulursa çalıştı, işadamlarımız çalıştı, tarlada çalıştık, lokantada çalıştık, caddede çalıştık, simit sattık, hayatın her alanında çalıştık kimin için? Bir fabrika için mi? Hayır. Yol için mi? Hayır. Londra’daki bir avuç çeteye hizmet etmek için. Türkiye Cumhuriyeti devletini bu hale getirenlerden hep beraber hesap sormak zorundanız neden bu hale getirdiniz bu memleketi neden?
Üçüncü büyük sorunumuz, dış politika: Türkiye bugün egemen güçlerin taleplerini yerine getiren bir devlet konumundadır. Bir daha söylüyorum, Türkiye şu anda egemen güçlerin taleplerini yerine getiren bir devlet konumuna düşürülmüştür. Ekonomide bağımsızlığını, siyasette bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetmiştir. Şunu hiç kimse unutmasın Gazi Mustafa Kemal’in sözü, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir”, bayrağımın altında özgürce yaşarım ben. Hiçbir güç ve hiçbir gücün boyunduruğuna girmem” diyor. Bu siyasi bağımsızlıktır. Aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal ekonomik bağımsızlıktan da söz eder, “savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız” der. Bugün Türkiye ekonomik ve siyasi bağımsızlığını büyük
Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman, hiçbir hükümet döneminde Süleyman Şah Türbesinde bayrağı indirip topraklarını terk eden bir hükümetle karşılaşmadık. Bunlar yaptılar. Bütün milliyetçilere, bütün ülkücülere, bütün vatanseverlere sesleniyorum, bütün vatandaşlarıma sesleniyorum; Süleyman Şah Türbesi bu ülkenin namusudur, o topraklar da bu ülkenin namusudur. Oradan bayrağı indirip Süleyman Şah Türbesini kaçıranlara asala ve asla vatansever denmez. Onlar vatan hainleridir. Açık ve net söylüyorum, vatan hainleridir.
27 Şubat 2020 ne oldu? Suriye’de 36 askerimiz şehit oldu. Sorumlusu kim, sorduk mu? 36 askerimizin kanı yerde duruyor. Şehidin hakkını biz savunuyoruz, gazinin de hakkını biz savunuyoruz. Şehit yakınlarının da hakkını biz savunuyoruz. Kendi toprağını terk edeceksin, başkalarına bırakacaksın, şehitlerimiz olacak, şehide sahip çıkamayacaksın, askerlerimizi şehit edenlerin sizden özür dilemesini beklerken siz koşa koşa Moskova’ya gideceksiniz, ben ettim sen etme diyeceksiniz. Böyle bir dış politikayı asla kabul etmiyoruz. Bu dış politikanın onuru yoktur. Böyle bir dış politikanın kesinlikle onuru yoktur. Onur sahibi insanlarda böyle bir dış politikayı asla gütmezler zaten.
9 Ekim 2019. Nedir bu tarih? Trump’ın gönderdiği mektup… Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en ağır hakaretleri içeren mektuba cevap verilememiştir. Yanlış dış politikanın faturası ağır olmuş, Emevi Camii’nde namaz kılacağız diye hayal peşinde koşanlar, 3,5 milyon Suriyeliyi -resmi rakam bu tabi- Suriyeliyi Türkiye’ye getirmişlerdir.
Değerli arkadaşlarım, sevgili yol arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında, radyolarında, sosyal medya hesaplarında dinleyen saygıdeğer vatandaşlarım, acı ama gerçek bir olayı daha sizinle paylaşmak isterim. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir devlet başkanı, başbakan veya cumhurbaşkanı “aldatıldım” dememiştir ve aldatılmamıştır. Ama ilk kez 18 yıllık iktidarında bir kişi, herkes tarafından aldatılmıştır. Bakın bir örnek vereceğim; 18 Şubat 2018, konuşma yapıyor, şunu söylüyor, “Sayın Obama ile defalarca konuştuk -konuşabilirsin- ama hep aldatıldık. Bir değil, iki değil, üç değil hep aldatıldık.” Bu anlayış dış politikamızı egemen güçlere teslim etme anlayışıdır. Eğer sen kendi bürokratlarını dinlemezsen, Dışişleri Bakanlığını tümüyle devre dışı bırakırsan, rüşvet alanları büyükelçi olarak atarsan, o zaman sen dış politika da gelir egemen güçlerin talimatını yerine getiren bir konuma oturursun. Beni üzen budur. Görkemli, Türkiye Cumhuriyeti devletinin görkemli yapısını tahrip ediyorsun.
Eğitim sorunumuz, dördüncü: Bakınız, 2 trilyon 400 milyar dolar para harcadılar 18 yılda. Ve biz 21.yüzyıldayız hâlâ birleşik sınıflar var. Belki bazı vatandaşlarım diyebilir ki bu birleşik sınıflar nedir? Birleşik sınıflar şu değerli arkadaşlarım, birinci sınıf, ikinci sınıf ve üçüncü sınıf aynı odada aynı öğretmen tarafından aynı zaman dilimi içinde ders görüyor. 21.yüzyıldayız. 2 trilyon 400 milyar dolar para harcamışsın hala yeterli derslik yok. Hala, hala, hala yok. Sürekli değişen eğitim politikalarıyla Türkiye bilgi çağından koparılmıştır. Acı olan budur, Türkiye bilgi çağından koparılmıştır. Daha acı olanı ise, geçmişte bizim yerimizde olan Suudi Arabistan, Malezya ve İran üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısından daha fazla olmuştur. Bir devleti geriletmek için işgal etmenize gerek yok, eğitim sistemini bozarsanız zaten o ülke geriye gider. Bu gerçeği de bizi dinleyen bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim.
Eğitim politikalarını sürekli değiştirerek, kendi çocuklarını denek olarak kullanan dünyadaki tek ülkeyiz. Eğitim politikalarını sabah akşam sürekli değiştirerek kendi çocuklarını denek olarak kullanan dünyadaki tek ülkeyiz. Ve çocuğunu okula gönderen hiçbir anne, hiçbir baba eğitim sisteminden memnun değil. Ama onları değiştireceğiz. Şimdi sorunları anlatıyorum.
Beşinci temel sorunumuz, toplumsal barış: Toplumsal barışımız temelden dinamitlenmiştir. Etnik kimlik üzerinden siyaset, yaşam tarzı üzerinden siyaset, inanç üzerinden siyaset toplumu kutuplaştırmıştır, ayrıştırmıştır, toplumu bölmüştür. Oysa bu ülkede 83 milyon bayrağımızın altında huzur içinde yaşamak istiyoruz. Kimsenin etnik kimliğini sorgulamak, inancını sorgulamak, yaşam tarzını sorgulamak bizim hakkımız mı? Kime böyle bir yetki verildi? Bizim sorgulayacağımız şey vatandaşın karnı aç mı tok mu, çocuğunun işi var mı, yok mu? Ayrıştırdılar. Siyasi iktidar, başta Kürt sorunu olmak üzere, neredeyse tüm toplumsal sorunlarda kutuplaşma ve kamplaşmayı derinleştirmekte, ötekileştirmekte ve politikaları bunun üzerine inşa etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, çok genel hatlarıyla sorunlara değindim, örnekler de verdim. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama günümüz eleştiriden çok neyi nasıl çözeceğiz günü. Sorunları bilelim ki nasıl çözeceğimizi de sağlıklı saptayalım. Çünkü sorunları bilmeden sorunu iyi analiz etmeden geleceği inşa edemez. Eğer bir karar alıyorsan, o kararın hangi sorunu çözeceğini düşünmeniz ve bilmeniz gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, asıl soru şu: Biz bu sorunları kimlerle ve nasıl çözeceğiz? Önce kimlerle çözeceğiz? Bu sorunları değerli arkadaşlarım sizlerle, yani yol arkadaşlarımla çözeceğiz. Bir araya gelerek çözeceğiz, birlikte mücadele edeceğiz. Hep birlikte yapacağız bunu. İki; dostlarımızla yani Millet İttifakı’nı oluşturan dostlarımızla birlikte çözeceğiz. Özgürlük isteyen ve özgürlüğünden asla ödün vermeyen gençlerimizle çözeceğiz. Bu sorunu her gün şiddete uğrayan, öldürülen, katledilen, hakları ellerinden alınmak isteyen ama pes etmeyen kadınlarla çözeceğiz. Bu sorunları kalemini satmayan gazetecilerle, aydınlarla, bilim insanlarıyla, sanatçılarla, zeki, çevik ve ahlaklı sporcularla birlikte çözeceğiz. Bu sorunları alın terinin karşılığını alamayan çiftçilerle, işçilerle, emekçilerle çözeceğiz. Sayıları on milyonu aşan ve büyük bir kısmı genç olan işsizlerle beraber çözeceğiz. Siftahsız kepengini kapayan esnafımızla çözeceğiz. Bu ülkenin büyümesi ve kalkınması için fedakarca çalışan iş insanlarıyla çözeceğiz. Hakkını ve hukukunu her zaman her yerde savunduğumuz emeklilerle çözeceğiz. Yüzbinlerce apartman görevlisi, orman köylüleri ve kuryelerle çözeceğiz. Yani özet olarak halkımızla çözeceğiz. Birlikte halkımızla çözeceğiz.
Şimdi geldik nasıl çözeceğiz. Çiftçi tamam, emekli tamam, işsiz tamam, kadınlar tamam, apartman görevlileri tamam, esnafımız tamam. Hep beraber sorunları çözmeye karar verdik. Şimdi, sorunlarımızı nasıl çözeceğiz?
Önce şunu hiç kimse unutmasın değerli arkadaşlarım. Önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız. Maltepe’nin izdüşümü. Önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız. Bunu bir sefer bir tarafa yazacağız. Firavunların iktidarını yıkıp halkın iktidarını kuracağız. Defalarca söyledim bir kez daha ifade edeyim; her firavunun bir Musa’sı, her Nemrut’un bir İbrahim’i vardır. Böyle yapacağız, herkese saygı duyarak. Vatandaşın ayağının türabı olacağız. Hiçbir zaman hiçbir yerde, hiç kimseye kibirle ve öfkeyle bakmayacağız. Herkesi kucaklayacağız. Bize oy versin vermesin sorunu varsa o sorunu çözmek bizlerin, hepimizin boynunun borcudur. Hangi partiye oy verdin sorusunu sormayacağız, hangi derdin var sorusunu soracağız. Hangi derdin var ve ben sana nasıl yardımcı olabilirim bunu soracağız. Yeni bir siyaset anlayışı, ahlaklı bir siyaset anlayışı, adaletli bir siyaset anlayışı, vatandaşını hor gören değil, vatandaşını kucaklayan bir siyaset anlayışını Türkiye Cumhuriyeti devletinin topraklarına indireceğiz.
Evet, nasıl çözeceğiz? Akılla çözeceğiz, bilgiyle, birikimle çözeceğiz, deneyimle çözeceğiz, istişareyle çözeceğiz, uzmanlara danışarak çözeceğiz. Akıl akıldan üstündür düsturuyla çözeceğiz. Adalet duygusuyla çözeceğiz.
Sevgili yol arkadaşlarım, sorunlarımızı nasıl çözeceğimizi anlatan “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni hazırladık. Birinci yüzyılı bitirdik, Meclisin açılışının birinci yüzyılını bitirdik, ikinci yüzyıla geçtik. 2023’te Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılını bitirip ikinci yüzyıla geçeceğiz. İkinci yüzyılda biz ne yapmalıyız? İkinci yüzyılda hedeflerimiz ne olmalı? İkinci yüzyılda Türkiye’yi nasıl çağdaş uygarlığın ötesine taşıyabiliriz? İkinci yüzyılda nasıl yoksulluğu, işsizliği bitirebiliriz? İkinci yüzyılda Türkiye nasıl bölgesinin ve dünyanın en saygın ülkelerinden birisi haline gelir? İkinci yüzyılda neden farklı düşünüyorsun sorusunun sorulmayacağı bir Türkiye’yi nasıl inşa edebiliriz? Bunun için “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni hazırladık değerli arkadaşlarım. Bu beyannamenin detaylarını paylaşarak sonrasında da bu beyannameyi oylarınıza sunacağım.
Birinci hedefimiz; Yeni bir Anayasa ile güçlendirilmiş demokratik parlamenter sisteme geçilecektir.
Güçlü demokratik parlamenter sistem için öncelikle geniş bir toplumsal mutabakat sağlanacak, her türlü vesayetten uzak, darbe hukukundan arınmış, gücünü milletten alan yeni bir Anayasa yapılacaktır. Herkesin, Mısır’daki sağır sultanın da bilmesini istiyorum. Bu ülkeye bugüne kadar anayasalar hep vesayetçi kurumların baskısıyla geldi ve oluşturuldu. En son değişiklikler 20 Temmuz sivil darbesinde ve OHAL koşullarında, Olağanüstü Hal koşullarında yapıldı. Biz bütün tarafların katılımıyla vesayetten uzak, darbe hukukundan arınmış yeni bir anayasa yapacağız.
Bu Anayasada;
Cumhurbaşkanının tarafsız olması sağlanacak, Partili ve yanlı Cumhurbaşkanı uygulamasına son verilecektir. Cumhurbaşkanı cumhurun başkanı olacak, tarafsız olacak, samimi olacak, ahlaklı olacak, dürüst olacak, aldatılmayacak, kandırılmayacak, namus pür, bu toprakların evladı olacak.
Kuvvetler ayrılığı esas alınacak, gerekli denge ve denetim mekanizmaları kurulacak. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı kesin olarak sağlanacak; Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Anayasa Mahkemesi, yüksek yargı organları ve mahkemeler üzerinde yasama ve yürütmenin doğrudan veya dolaylı vesayetine son verilecek.
Yasa tasarı ve teklifleri TBMM komisyonlarında görüşülürken, ilgili meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve uzmanların görüşleri mutlaka alınacak. Zorunlu olarak alınacak. Kaptı kaçtı kanunu olmaz. Baroyla ilgili kanun çıkarıyorsan baroları çağıracaksın uzmanlarla oturup konuşacaksın. Sendikalarla ilgili kanun çıkarıyorsan uzmanları çağıracaksın, sendikaları çağıracaksın, komisyonlarda görüşlerini alacaksın. İstişareden ne kaybederiz? Akıl akıldan üstündür. O sorunu yaşıyor, ben o sorunu yaşamadan senin sorununu çözeceğim diyorum. Bir dinle bakalım hangi sorunu yaşıyor. Senin yaptığın düzenleme onun sorununu çözüyor mu çözmüyor mu?
Ve bir diğer ilke; düşünceyi ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğü koşulsuz güvence altına alınacaktır. Meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları üzerindeki her türlü baskıya son verilecek, medya özgürlüğü evrensel ölçülerde güvence altına alınacaktır. Bunu da yapacağız.
Değerli arkadaşlarım, hiç kimse unutmasın, bir devlet hukukun üstünlüğünden ve adaletten vazgeçerse o devlet bir süre sonra organize suç örgütü haline dönüşebilir. Bir devletin organize suç örgütü haline dönüşmemesinin temel nedeni zaten anayasalardır. Bir kişinin baskısıyla ve bir kişinin talepleriyle bir devlet yönetilemez. Bütün kesimlerin, bütün mesleklerin, bütün insanların bu devletin yönetiminde hakkı ve hukuku vardır.
İkinci ilkemiz; Türkiye’nin toplumsal barışı ve huzuru sağlanacaktır.
Başta Kürt sorunu olmak üzere, tüm toplumsal sorunlarımız demokrasi temelinde ve TBMM’nin öncülüğünde çözülecek; Türkiye'nin tam bağımsızlığı, demokrasisi ve üniter yapısı güçlendirilecektir. Kürt sorununu egemen güçlerin bir manivela olarak kullanmasına asla izin vermeyeceğiz.
Kadın - Erkek fırsat eşitliği sağlanacak, kadına yönelik şiddetin önlenmesi, öncelikli bir devlet politikası haline getirilecektir.
Toplumsal barışın kalıcı hale getirilmesi için tüm terör örgütleri ve yeraltı suç örgütleri ile mücadele, ödün verilmeksizin sürdürülecektir. Terörden çok çektik terörle mücadele. Yeraltı dünyasında hala suç örgütleri var ve bunlar büyük ölçüde güçlerini meclisteki bazı siyasi otoritelerden alıyorlar. Biz bu ülkeye demokrasiyi sonuna kadar getireceğiz.
Üç; devlet yönetiminde ve toplumsal düzende liyakat sistemi hâkim kılınacaktır.
Kamusal alandaki bütün atama ve işlemlerde liyakat sistemi esas alınacak, devlet hizmetlerinin partizanca, çıkar amaçlı yapılmasına engel olunacaktır. Hizmet yandaşa değil, vatandaşa verilecektir. Bunun kurallarını koyacağız. Böylece işi ehline vermek bir devlet politikası olacaktır.
Bu anlayışla yola çıktığımızda ne olacak? Bu anlayışla yola çıktığımızda güreşçiden banka yönetim kurulu üyesi olmayacak. Bu anlayışla yola çıktığımızda akademik hırsızdan rektör de olmayacak. Rektör olmaz. Bu anlayışla yola çıktığımızda rüşvetçiden de büyükelçi olmayacak. İşi ehline vereceğiz.
Dört; “Seçim Yasası” değişecek, milletin vekilini millet seçecek.
Demokrasilerde asıl olan milletin iradesinin olduğu gibi parlamentoya yansımasıdır. 12 Eylül darbecilerinin eseri olan seçim barajı kaldırılacak, milletin iradesinin Meclis’e tam olarak yansıması sağlanacaktır. Milletin vekilini genel başkanlar değil, milletin kendisi seçecektir.
Ve önemli bir ilke daha, özellikle kadın kardeşlerimin dikkatle dinlemesini isterim. Bütün hangi partiden olursa olsun bütün kadın kardeşlerimin ve kadınların oluşturduğu 306 sivil toplum örgütünün yöneticilerinin dinlemesini isterim. Seçim Yasası değişikliği ile cinsiyet kotası getirilecek, kadınların Parlamento’da temsili yasal güvence altına alınacaktır. Cumhuriyet Halk Partili kadın milletvekilleri, bu yasa teklifini imzalayarak TBMM Başkanlığına verecekler. Seçim yasasında cinsiyet kotası getirilecek, yasal bir zorunluluk olarak bütün partiler o kotaya uymak zorunda kalacaklardır. Ve parlamentoda da kadınlar hak ettiği yerleri alacaklardır.
Beş, “Siyasi Ahlak Yasası” çıkarılacak.
Siyasi Ahlak Yasası ile siyaset kirlilikten arındırılacak, vatandaşla siyasetçi arasındaki güven yeniden inşa edilecektir. Böylece milletin seçtiği vekillere ve Gazi Meclisimize itibarı iade edilmiş olacaktır. İş takipçisinden, parayla iş takipçisinden milletvekili mi olur? Yolsuzluk yapandan milletvekili mi olur? Kul hakkı yiyenden milletvekili mi olur? Adaletsizliği ilke edinmiş adamdan milletvekili mi olur? Kendisi hacdayken sahte pusula gönderip ben meclisteyim diyen adamdan milletvekili mi olur?
Altı; Kamu İhale Kanunu, rekabet ve şeffaflığı sağlayacak şekilde yeniden düzenlenecektir.
Kamuda israf ve kayırmacılığı önlemek amacıyla Kamu İhale Kanunu ivedilikle değiştirilecek, tüm kamu ihalelerinin şeffaf, kamuya açık, kayırmacılıktan uzak bir anlayışla yapılması sağlanacaktır. Eğer israf haramdır diyorsak, inancımızda da israfın haram olduğu temel bir değer olarak önümüzde duruyorsa, nasıl oluyor da israfı 21.yüzyılın Türkiye’sinde itibar olarak kabul ediyoruz? Nasıl oluyor bu? Devlette itibar, israfı önlediğiniz ölçüde artar. Vatandaş devlete ve devleti yönetenlere saygı duyar. Har vurup harman savurma anlayışıyla bir devlet yönetilemez. Her kuruşun hesabını vermek, her namuslu siyasetçinin onurlu görevidir, bunu herkesin bilmesi lazım. Kul hakkı yemek en büyük günahtır diyoruz. Gayet güzel. Kul hakkı yemek en büyük günahsa ve vatandaşın simit satarken, emzik alırken, süt alırken ödediği verginin nerelere gittiğinin hesabını bir siyasetçi vermiyorsa, kul hakkı yiyerek karnını doyuruyor demektir. İşin özü budur. Hastaneyi yaptık. Kaça yaptın kardeşim? Bileceksiniz. Halkın iktidarında bir hastane kaça yapıldıysa vatandaş bilecek. Havaalanını kaça yaptınız bileceksiniz. Yolu kaça yaptınız her metresini bileceksiniz. Tüp geçit yaptık bileceksiniz. Kaça yaptık biz bunu bileceksiniz. Hesabını verecek siyasetçi.
Kamu özel işbirliğiyle yapılan ve 83 milyon vatandaşın sömürüsüne yol açan işler var, yatırımlar var. Buradan 83 milyon vatandaşıma hitap ediyorum. Bu kamu özel işbirliğiyle sizin alın terinizi sömüren bütün yatırımları devletleştireceğiz, hepsini.
Ve bu bağlamda bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma, özellikle de AK Partiye ve MHP’ye oy veren bütün vatandaşlarıma seslenmek isterim. Avrupa’nın en büyük entegre tesisi, Tank Palet Fabrikası bir kuruş, bir para, bir dolar, bir avro ödenmeden… Bir daha söylüyorum, bir kuruş, bir dolar, bir lira veya bir sterlin veya bir riyal ödenmeden Katar Ordusu’na peşkeş çekildi. Bizim subaylarımız şu anda Katar Ordusu’nun emrinde çalışıyor. İşçilerimiz Katar ordusunun emrinde çalışıyor. Fabrikayı işçilerimiz yapıyor, askerlerimiz yapıyor, ürünü biz üretiyoruz parayı kim alıyor? Katar ordusu alıyor. Fabrika bizim, çalışan işçi de bizim, oradaki asker de bizim, üretimi de biz yapıyoruz, niye parayı o alıyor? Bunu da her vatandaşın kendi vicdanında sorgulaması lazım. Bu olayı sorgulaması lazım.
Yedi; “Sayıştay” gerçek işlevine kavuşturulacak, “Ulusal Vergi Konseyi” ve TBMM’de “Kesin Hesap Komisyonu” kurulacak.
Ne demek?
TBMM adına ödenen bütün vergilerin denetimini Sayıştay yapıyor, onların bütün raporları gizleniyor. Biz getireceğiz, milletin önüne getireceğiz. Her kuruşun hesabını vereceğiz.
“Ulusal Vergi Konseyi…” Vergide adaletsizlik var. Asgari ücretten vergi alıyorsun köşeyi dönenden hiçbir şey almıyorsun, yolsuzluk yapanlardan hiçbir şey almıyorsun. Dünyanın ihalesini veriyorsun, lütfedip devlete bağış yapıyorlar. O bağışı da götürüp vergiden düşüyorlar ayrıca. Bunlara son vereceğiz. “Ulusal Vergi Konseyi” kurulacak, Vergi Konseyinin raporları her yıl Resmi Gazetede yayınlanacak, adaletsizliklerin tamamını ve adaleti vatandaş oradan görecek.
Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Kesin Hesap Komisyonu” kuracağız. Yani bir hükümetin vatandaştan aldığı vergi, yaptığı borçlanmalar, sattığı mal karşılığında aldığı parayı nereye harcadı? Kesin Hesap Komisyonunun Başkanı iktidar partisinden değil muhalefet partisinden olacak. İktidar muhalefete gidecek, orada hesap verecek.
Bakın, dünyada örneği çok az olan bir uygulamayı Türkiye’ye getiriyoruz. Biz iktidar olacağız inanıyorum, iktidar olmak için her şeyimiz hazır ve biz muhalefete hesap vermeyi ilke olarak kendimiz yasal düzenleme olarak meclise getirmek istiyoruz. Çünkü hesap vereceğiz. Vatandaşa, millete hesap vereceğiz. Kendisini denetletmekten korkmayan bir iktidar olacak. Bizim felsefemiz budur. Kendisini denetletmekten korkmayan bir iktidar. Çünkü kul hakkı yemeyen bir iktidar. Çünkü israf yapmayan bir iktidar. Hedefimiz budur.
Sekiz; güçlü bir “Stratejik Planlama Teşkilatı” kurulacaktır.
Ekonomide, ihracat odaklı ve katma değeri yüksek üretime öncelik veren bir Planlama ve Teşvik Politikası yaşama geçirilecek, bunun için güçlü bir “Stratejik Planlama Teşkilatı” kurulacaktır. Üretim ve hakça paylaşım stratejik planlamanın ana hedefi olacaktır. Üreteceğiz hakça bölüşeceğiz. Kimse aç ve açıkta kalmayacak. Bu planlama örgütü, tarımı stratejik sektör olarak görecek. Bu ülkenin vatandaşının karnını yabancı çiftçilerin ürettiği ürünlerle değil kendimiz alın terimizle ürettiğimiz ürünlerle doyurmalıyız. Samanı dışarıdan ithal ediyoruz, canlı hayvanı, şunu, bunu, her şeyi. Çiftçi perişan vaziyette. Sen Mardin’deki, sen Şanlıurfa’daki çiftçinin elektriğini keseceğine çiftçiye daha fazla üret, daha fazla kazan demelisin.
İşsizliği; bakın elin oğlu 20 yılını, 30 yılını, 50 yılını, 100 yılını planlıyor, bizde yarın ne olacağını kimse bilmiyor. Bilmiyoruz. Demek ki devleti yönetiyorsanız planlama yapacaksınız. İşsizlik var niye işsizlik var? Nasıl önleyeceğiz? Kim? Planlama örgütü oturacak. Hangi yatırımlarla, hangi bölgedeki yatırımlarla işsizliği önleyebiliriz. Anadolu’nun içi boşalıyor, buna izin vermeyeceğiz, her toprağımızda fabrika olacak, her toprağımızda çalışan işçimiz olacak.
Dokuz; eğitim sistemi, tüm bileşenlerinin ortak çabasıyla yeniden yapılandırılacaktır.
Eğitim, Türkiye’nin kalkınma stratejisinin en önemli, en temel parçası olarak yeniden ve tüm paydaşlarıyla birlikte planlanacaktır.
Eğitim politikalarının tek hedefi “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmek olacaktır.
Üniversitelerimizde, her türlü düşünce özgürce tartışılabilecek, her türlü bilimsel çalışma özgürce yapılabilecek, darbecilerin getirdiği YÖK (Yükseköğrenim Kurumu) kaldırılacaktır.
Tüm Organize Sanayi Bölgelerinde iş garantili yatılı “Teknoloji Liseleri” kurulacak, sanayicinin ihtiyaç duyduğu eleman sorunu çözülecektir. Böylece gençlerimizin de işsiz kalmalarının önüne büyük ölçüde geçilecektir.
On; gelecek nesiller için “Ekosistem Hakkı” korunacaktır.
Bunu da Türkiye’de ilk kez bir siyasal parti olarak biz seslendiriyoruz. Gelecek nesillere, doğmamış çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya teslim etmek için üzerimize düşen sorumluluğun bilincindeyiz. Canlı ve cansız varlıklar olarak bir ekosistemin parçasıyız. Sağlıklı işleyen bir ekosisteme sahip dünyaya doğma hakkı, henüz doğmamış olan nesillerin de hakkıdır. “Sürdürülebilir Yaşam” anlayışı ışığında bu hak Anayasal güvence altına alınacaktır. Böylece çevremizi koruyacağız. Bizim de kuş görme hakkımız var, ağaç görme hakkımız var, orman görme hakkımız var, deniz görme hakkımız var, güneşi görme hakkımız var, temiz havayı teneffüs etme hakkımız var. Gelecek kuşaklara da bu hakkı devretmek, onların geleceğini güvence altına almak bizimde görevimizdir.
On bir; güçlü sosyal devletin ilk adımı olarak “Aile Destekleri Sigortası Kurumu” kurulacaktır.
Vatandaşlarımıza asgari bir gelir düzeyi mutlaka sağlanacaktır. Bu bağlamda “Aile Destekleri Sigortası” uygulamaya konulacak, bu topraklarda hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecektir. Hiçbir çocuk bu topraklarda yatağa aç girmeyecektir. Vatandaş, devlet yardımlarını “lütuf” olarak değil , “hakkı” olarak görecektir. Benim hakkımdır diyecek. Bu devlette yaşıyorsam devletin adı sosyal devletse benim işsizlik sorunumu çözeceksin ve benim karnımı doyuracaksın diyecektir. Aile Destekleri Sigortasının hedefi budur. Bu ülkede huzur istiyorsak, bu ülkede beraber, birlikte yaşamak istiyorsak hiçbir çocuğun yatağa aç girmemesi lazım. Hiçbir babanın çocuğuma pantolon alamadım diye intihar etmemesi lazım. Hiçbir annenin, Kübra bebek açlıktan öldü onun acısını duymaması lazım. 18 yıldır yapamadılar, bir yılda yapacağız. Allah’ın izniyle bir yılda yapacağız ve hayata geçireceğiz.
On iki; yeni bir merkez-yerel dengesi kurulacaktır.
Reformların başarısı için devletin tüm kapasitesi en verimli şekilde kullanılacak, yeni bir “merkez-yerel” dengesi oluşturulacaktır. Merkezi yönetimin kapasitesi ile yerel yönetimlerin halka doğrudan ulaşabilme kapasitesi birleştirilerek, hizmetin vatandaşa daha etkin ve verimli bir şekilde ulaşması sağlanacaktır.
Bu bağlamda; yerel yönetimlerin gelirleri artırılacak, kayyum uygulamalarına son verilecek, seçimle gelen belediye başkanlarının, ancak seçimle gidecekleri güvence altına alınacaktır.
Bu bağlamda bir parantez açayım. Bütün engellemelere rağmen en küçük beldeden en büyük büyükşehir belediye başkanımıza kadar bütün belediye başkanlarımız, pandemi sürecinde bir tarih yazdılar. Hepinizin huzurunda, bütün delegelerin huzurunda belediye başkanı arkadaşlarımı yürekten kutluyorum. Baskıya kulak asmadılar, hiçbirisi şikayet etmedi. Engel mi çıkarıyorsun engelleri aştılar. Ve bu süreç içinde bir şeyi daha yaptı bütün belediye başkanlarımız. Kimin ihtiyacı varsa hangi partidensin diye sormadılar, hangi kimliktensin diye sormadılar, inancın nedir diye sormadılar. Bu ülkede mi yaşıyorsun? Evet. Bu bayrağı mı? Evet. Aynı havayı mı teneffüs ediyorsun? Evet. O zaman varsa sorunun gel kardeşim ben sorununa çözüm üreteceğim dediler. O nedenle belediye başkanlarımız bu pandemi sürecinde bütün engellemelere rağmen bir tarih yazdılar. Kendilerini yürükten kutluyorum.
Ve on üç; “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı” kurulacaktır.
Akılcı, barışçıl ve gerçekçilikten sapmayan, uluslararası hukuka ve meşruiyete önem veren bir dış politika izlenecektir. Rahmetli Atatürk buna “Yurtta barış dünyada barış” diyordu.
Ayrıca, bölge merkezli dış politika yaklaşımından yola çıkarak, kurucu üyelerinin İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin olacağı ve bölgemizde huzur, barış ve istikrar oluşturmayı hedefleyen “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı” kurulacaktır, kısa adı OBİT. Bunu da unutmayın.
Ortadoğu’da egemen güçlerin vekalet savaşı var. Altındaki petrol üstte yaşayan vatandaşların kaderini değiştirdi. Bedel ödüyorlar. Kanla ödüyorlar bedeli. Öyle bir açmaz yaratıldı ki, iki taraf da birbirini Allah Allah diyerek öldürüyor. Silahları da egemen güçler veriyor. Komşuda yangın varsa sizde huzur olmaz. Biz Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kurarak Ortadoğu’ya huzuru getireceğiz, barışı getireceğiz. Ortadoğu’yu bir kavga alanı, bir çekişme alanı, bir savaş alanı değil Ortadoğu’yu bir huzur alanı, bir barış alanı haline döndüreceğiz. Bütün Ortadoğu’yu kucaklayacağız. Orada da Araplar var biz de de var, Kürtler var biz de de var, Türkmenler var biz de de var, Ezidiler var bizde de var. Ortadoğu halklarıyla birlikte biz birlikte bir mücadeleyi, bir kardeşliği, bir barışı, bir huzuru sağlayacağız. Ve biz Ortadoğu’da egemen güçlerin değil Ortadoğu’da yaşayanların kendi iradeleriyle yaşamalarının yolunu açacağız. Barışı ve huzuru sağlayacağız.
13 madde saydım değerli arkadaşlar. İkinci yüzyıla çağrının 13 maddesi. Her birimiz, her bir delegemiz 13 maddeyi ezberleyeceksiniz arkadaş. Nereye gidiyorsa, hangi sorun varsa çözülecek burada. Hepsinin çözümü var. Beş temel sorunun hepsinin çözümü var. Artı huzurlu bir toplum var. Birlikte yaşama iradesi var. Ayrıştırma yok, bölme yok, kin yok, öfke yok, kibir yok. Herkesi kucaklama var.
Cumhuriyetimizi, Mustafa Kemal ve arkadaşları “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesinden yola çıkarak kurdu. TBMM’nin açılışının 100. yılına tanıklık eden Cumhuriyet Halk Partisinin delegeleri olarak, önümüzdeki en önemli görevin Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak olduğunun bilincindeyiz. Bunu, Cumhuriyetimizin 100. yılında yani 2023’te gerçekleştirme azim ve kararlılığındayız.
Aşağıda imzası olan bizler, 37. Kurultayın delegeleri olarak yukarıda saydığımız vaatleri gerçekleştireceğimize, Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıracağımıza milletimizin önünde söz veriyoruz.
Bildirgemiz budur.
“İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler? Kabul etmeyenler? Oybirliğiyle kabul edilmiştir.
Çok teşekkür ederim. Tarihin bir dönüm noktasındayız. Tarihin bize yüklediği ağır sorumluluklar var. Gün kavga günü değil. Gün Türkiye Cumhuriyeti devletini ekonomik, siyasal ve bir toplumsal buhrandan çıkarma günüdür. Her birimizin, tek tek her birimizin, partili olsun olmasın her vatanseverin bayrağını, milletini ve vatanını seven herkesin birlik ve beraberlik günüdür.
El kaldırdınız evet dediniz. Ne demektir evet biliyor musunuz? Hep birlikte tarihsel bir sorumluluğu üstlendik. Hep birlikte evet diyerek tarihsel bir sorumluluğu üstlendik. Ne için? Türkiye’nin refahı için üstlendik, Türkiye’nin huzuru için üstlendik, Türkiye’nin hızla büyümesi ve kalkınması için üstlendik. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” demek için üstlendik bunu biz. Yaşadığımız ekonomik siyasal ve toplumsal buhrandan Türkiye’yi çıkarmak için üstlendik. Çocuklarımıza yaşanabilir bir Türkiye bırakmak için üstlendik. Çalışmak ve sorumluluğu yerine getirmek artık hepimizin ortak görevidir.
Hepinizi en içten sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Bizleri televizyonları başında izleyen, radyolarında dinleyen, sosyal medya hesaplarında dinleyen bütün vatandaşlarımı; ister Hakkari’de, ister Edirne’de, ister Rize’de, ister İzmir’de nerede olursa olsun bu coğrafyada ve Almanya’da ve yurtdışında yaşayan bütün vatandaşlarıma en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Sadece ben değil bütün delegelerimiz, belediye başkanlarımız burada, onlar da bütün vatandaşlarımızı yürekten kutluyor ve kucaklıyorlar.
Hepinize selamlar, saygılar sunuyorum. Sağ olun, var olun diyorum.