Prof. Dr. Mustafa Çetiner, "Aşı karşıtlığı, toplum sağlığı için de büyük bir tehlike oluşturuyor" ifadelerini kullandı.
1964 yılında Kayseri'de doğdu. Halen Acıbadem Sağlık Grubu Maslak Hastanesi'nde İç Hastalıkları, Hematoloji Bölümü'nde görev yapmaktadır. Hekimliği ve öğretim üyeliği yanında Popüler bilim, etik, tıp ve tıp tarihi konularında kaleme aldığı güncel yazılarıyla tanınan Prof. Dr. Mustafa Çetiner, "Herkese Bilim ve Teknoloji" sitesinde yayımlanan "Aşı karşıtlığı ve COVID-19" başlıklı makalesinde,""Aşı karşıtlığı, toplum sağlığı için de büyük bir tehlike oluşturuyor"diye yazdı.
Çetiner, şunları kaydetti:
"Son günlerde aşılar gündemin en önemli konusu ve aşıların konuşulduğu bu dönemde aşı karşıtlığından söz etmemek olmaz. Aslında aşı karşıtlığını tanımlarken kavramları doğru aktarmak lazım. Dünya Sağlık Örgütü aşı karşıtlığını iki temel kavram ile açıklıyor. Bunlardan ilki “aşı kararsızlığı” bir diğeri ise “aşı reddi”.“Aşı kararsızlığı” anlaşılabileceği üzere bir tereddüt içeriyor. Sanırım, bu tanıma en uygun örnek, şu anda COVID-19 aşılarına karşı oluşan güvensizlik. Temel nedeni ise bir yıldan kısa sürede geliştirilen aşılarının özellikle uzun dönemde yan etkiye neden olacağı düşüncesi. Aşı kararsızlığı toptan bir reddediş değil daha çok bir çekinme hali ve bu bana daha anlaşılabilir ve çözülebilir bir durum gibi geliyor.
İnsanlık için asıl tehlikeli olanı ise topyekûn aşıların reddi eylemi ve aşı karşıtlığı dendiğinde daha çok bu anlaşılıyor. Bu anlamda aşı karşıtlığı, toplum sağlığı için de büyük bir tehlike oluşturuyor.
Aşı karşıtlığı aslında aşıların tarihi kadar eski…
Daha önce de yazmıştım, çiçek aşısı Dr. Edward Jenner’ın 1800’lü yıllarda sığır çiçek hastalığı ile yaptığı çalışmalardan sonra bulundu. Çiçek aşısı ile beraber tıbbi, dini ve politik eleştiriler de yükselmeye başladı. Aşı olanların sığıra dönüşeceğini iddia edenler bile oldu. Aşının hayvandan elde edilmesi yüzünden dine aykırı olduğu söylendi.
Aşı olanların sığıra dönecekleri iddiası ile “Pfizer aşısı’nın Bill Gates’in projesi olduğu ve aşı ile bize “mikroçip” takacaklar” diyenler arasında pek az fark var. “Bir kaç gün içinde stabilitesini (kararlılığını) kaybeden ve vücutta yok olan mRNA’nın koca bir DNA yapısını bozacağı ve genetik şifremizi değiştireceği” iddiası da neredeyse 1800’li yıllardaki söylemlere benzerlik gösterecek kadar akıl dışı.
Aşı karşıtlarının dayandığı başta Wakefield’in, Lancet’te sadece 12 olgu ile yayınlanan ve daha sonra geri çekilen makalesinde ileri sürülen asılsız “otizm” iddiası olmak üzere birçok iddia temelsiz çıktı ancak insanların 1860’lardan kalan korkuları bugün halen sürüyor.
Günümüzde halen tartışılan konulardan biri de “aşıyı zorunlu tutmanın insan özgürlüklerine aykırı olduğu” söylemi.
Burada sorulması ya da tartışılması gereken temel soru; aşı ile toplumsal bağışıklığa engel olup, başkaları için risk yaratacak bir özgürlüğün, demokratik özgürlük kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusu. Ancak yine de bu sorunun yanıtından bağımsız olarak; aşılanmayan insanlara, bu anlamda çok katı, sert bir şekilde baskı uygulamamak ve zorlayıcı olmamak gerekir. Çünkü kimi tarihçiler, aşı karşıtlığının yayılmasında bu baskıcı tutumların rolü olduğunu söylüyor.
Nitekim İngiltere’de 1850’li yıllarda yaşanan çiçek salgını sırasında “zorunlu aşı uygulaması” büyük protestolara neden olmuştu. Bedenleri ve çocukları hakkında kendi kararlarını verme hakkı olduğunu iddia eden vatandaşlara cezalar uygulanmış ve kimileri tutuklanmıştı. Bu zorlama aslında karşı tepki yaratarak örgütlü aşı karşıtı hareketlerin ilk tohumlarının atılmasına yol açmıştı. İngiltere’de Leicester kasabası, aşı karşıtı hareketin merkezi haline gelmişti. Bu şehirde 80.000-100.000 kişinin katılımı ile yapılan aşı karşıtı yürüyüş, belki de tarihte bu konu ile ilişkili en büyük eylemdir. Aşı karşıtları ellerinde pankartlar, taşıdıkları bir çocuk tabutu ve Edward Jenner heykeliyle yürüyüşe geçmişlerdi. Sonuçta aşının güvenliğine ve/veya etkinliğine inanmayan kişilere “muafiyet sertifikası” verilmek zorunda kalınmış ve tüm cezalar kaldırılmıştı.
Bugün yaşanan COVID-19 pandemisinde de toplumun %60-70’lik bir bölümünün aşılanması gerektiği bilimsel olarak kanıtlanmış bile olsa, hiçbir ülkede henüz COVID-19 aşıları için bir zorunluluk bulunmuyor.
Ama unutmamak lazım, aşılar bilim tarihinin en büyük buluşlarından biridir. Çocuk felci, difteri, tetanoz, kızamık ve daha birçok hastalık…Aşılar sayesinde çoğumuz bugün hayatta ya da yaşam süresi bu kadar uzadı.
Ülkemizden de küçük bir örnek vermek yeterli. Türkiye’de 2005 yılında kabakulak geçiren hasta sayısı 20.000 iken, aşılama ile bu sayı 2017 yılında 419’a inmiştir. Tıp tarihinde bu tür yüzlerce örnek bulmak mümkün.
Geçtiğimiz yıl, DSÖ ortada henüz pandemi yokken, gelecekte insan sağlığını tehdit eden en büyük 10 sorun arasında aşı karşıtlığını da saymıştı.
İnsanlığın pandemi ile sınavı sürüyor, bu çok kritik günlerde şimdi de aşılar ile ilgili tarihe geçecek büyük bir sınavın eşiğindeyiz."