1970 yıllarında ve 80 li yıllarda Karaisalı köylerinden Adana şehrine doğru bir içgöç başlamıştı. Bu göçün başlıca Sebepleri olarak şunları kayda geçebilirim:
Köylerimizde bir nüfus patlaması yaşanmaktaydı. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylülerimizin ekilir-biçilir arazileri yetersiz gelmeye; küçük baş hayvan sayısının artması nedeniyle de mera ve ormanlarda hayvan beslemeye uygun mekânlar azalmaya başlamıştı. Birçok köyümüzde ilkokul mevcut değilken, yeni okullar eğitime geçmiş ve ilkokul mezunu gençler (belkide öğretmenlerin teşviki ve yönlendirmesiyle) okumak veya meslek sahibi olmak için köylerinden ayrılıp şehirlerde yaşamaya başlamışlardı.
Onların yaşantılarındaki olumlu değişiklik, köylerde kalanların dikkatini çekmiş olmalı ki, eğitimsiz olan gençler ve orta yaş insanlar da şehire göç etmeye ve şehrin etrafında oluşan gecekondularda susuz ve elektriksiz olan evlerde kiracı veya ev sahibi olarak yaşantılarına devam ediyorlardı.
Köyden şehire yeni gelen ve cebinde parası olan bazı köylüler ise, kenar semtlerde satın aldıkları tarlaları, gelenlerin gücünün yetebileceği şekilde 80-100 metrekarelik parseller halinde kendir ve kolanlarla ölçerek satışa sunuyorlardı. Belediye müdahalesi ve kontrolü olmadığından her emlakçi aldığı tarlayı kendince parselleyip, kendi çıkarına göre ara yollar bırakıyor (ki bu yollar 4 veya 5 metrekare genişliğinde oluyordu) ve bitişikteki parsellenen arazinin yollarıyla buluşmadan yüzlerce çıkmaz sokaklar oluşuyordu.
Köyden niteliksiz işgücü olarak şehre gelen köylülerimiz, sehrin merkezinde ve kenarında oluşan inşaatlarda beton dökme, duvar örme, kalıp çakma ve sıva sıhhi tesisat işlerinde çalışarak para kazanıyorlardı. İyi de para kazanıyorlardı o günün şartlarında.
Bir de Adana’da tekstil sanayi yeni yeni gelişmekteydi ki, bazı köylülerimiz de fabrikalarda işe giriyorlardı ve fabrikanın yakınında olan gecekondularda yaşamlarını sürdürüyorlardı.
O yıllarda henüz Adana şehri, doğudan çok az göç almaktaydı ve inşaat sektöründe Karaisalı köylüleri, etkin bir şekilde çalışıp kazançlarını temin ediyorlardı. O yılların inşaat sektöründe söz sahibiydiler ve bir anlamda piyasanın çalışma yevmiyesini ve kontrolünü de onlar belirliyorlardı.
İşte böylesine bir içgöçün yaşandığı ve köylerimizin bir anlamda insansızlaştığı o günlerde ben bu şiirimi o duygu yoğunluğunda yazarak, hem geride kalanlara köyü emanet etmek anlayışıyla ve hem de birgün geri dönmeleri umudunu içimde büyütüp besleyerek bu şiirimi yazdım.
Buyurunuz birlikte okuyalım.
BU DAĞLAR SİZDE KALSIN*
Kardeşlerim, dostlarım, hemşehrilerim
Bu dağlar sizde kalsın!
Yağmura, güneşe selam durun.
Toprağın kokusunu, suların duruluğunu
Kuşların kanat vuruşunu, gözünüz gibi koruyun.
Temmuz akşamları başkadır köyümüzde
Salçalık biberleri sulayan dolap sesleri
Ve yusufçuk kuşlarıyla dolar geceler,
Nadasa duran traktör
Davar güden çocukluğum,
Andacım olsun çalıp çağırdığım türküler.
Çalışın kardeşlerim, çok çalışalım
Bu yol gedikten öteye gurbet olmasın.
Kent dediğin ne ki: buraya da kurulur,
Kafa kafaya verende, bin güneş doğar,
Bin ağaç meyve verir, bin harman savrulur
Bu dağlar, bu köy, bu ırmak size emanet
Birgün son gurbetçimizle döner gelirim.
Kasım 1980
• Bu şiirimiz, ÖĞÜTLEME adıyla yayınladığım kitabımızdan aktarılmıştır.
Fotoğraflar: Etekli Köyü Küp Obasındaki doğup büyüdüğüm baba evinin dıştan görünüşü ve taş duvarından hatıralarımıla buluşma ve hesaplaşma anı.