Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi133
Bugün Toplam972
Toplam Ziyaret1825618

" Başkanlık sistemine geçilecek olursa, verilecek ödünlerle Türkiye’nin üniter yapısı da tehlikeye girecektir."

 

DSP Genel Başkanı Masum Türker, DSP Genel Merkezi’nde,  DSP İl Başkanları Toplantısı öncesinde konuşma yaptı. Masum Türker’in konuşması özetle şöyle:

 “Türkiye 2012 yılını iyi geçirmedi. Her ne kadar sürekli olarak medyada Türkiye’de ekonominin iyi olduğuna ilişkin haberler yer alıyorsa da bu haberlerin doğru olmadığını, işsizlik istatistiklerinin yanlış olduğunu,  TİSK’in 2012’yi değerlendiren raporunda açıkça görmek mümkün.

TÜRKİYE’NİN BAĞIMLILIKLARI ARTIRILDI

            Türkiye 2012’yi,  bağımlılıkları artıran politikalarla geçirdi. Telekom’la başlayan ve tekel olan muayene istasyonlarının özelleştirilmesiyle süren bu politikaları, yol ve köprülerin imtiyazlarının ihale edilmesiyle süren politikalar izledi. Tekel konumundaki kurumlar devredilerek vatandaş ciddi gelir kaybına uğratıldı ve bu da yoksulluğun artmasına neden oldu. Buralardan elde edilen karların önemli bir kısmı da yurt dışına transfer edildi.

            Bugün aklı başında ulusal bilince sahip olan bütün ekonomistlerin Türkiye ile ilgili yaptığı yorumlar böyle. Telekom devredilirken ‘Artık telefon rekabete açılacak, fazla şirket kurulacak’ denildi. Ama görüyoruz ki kurulan şirketler Telekom’un taşeronu olarak çalışmakta asıl karı elde eden Telekom ise bu karları yurt dışına transfer etmektedir.

Benzer şekilde bugün aynı etkinlikte ve aynı verimlilikte hizmet alınmayan araba muayene istasyonları özelleştirilerek tekrar para transferi sağlanmıştır. Önümüzdeki günlerde birlikte göreceğiz, yakın zamanda ihale edilen köprülerin ve otoyolların gelirleri de transfer edilecek. Çünkü bu iş bir özelleştirme işi değil, imtiyazın devri işidir ve tıpkı Osmanlı İmparatorluğu devrinde verilen kapitülasyonlar gibi özelleştirme adı altında gelir devredilmesi karşımıza çıkacaktır.

Türkiye’de 2012’de en verimli gösterge, gıda maddelerinin fiyatlarında meydana gelen düşüklüktür. Gıda maddelerinin fiyatlarında meydana gelen düşüklük, en çok yoksulları ilgilendiren orta gelirlileri ilgilendiren bir düzenlemedir. Çünkü yapılan araştırmalar harcamalarda yoksulların ve orta gelirlilerin gıdaya yaptığı harcamanın zenginlerin iki misli kadar olduğunu göstermektedir. Enflasyon rakamında bir düşüş olmamıştır, tersine bir düşüş olmuştur. Bu da gösteriyor ki gıda maddelerindeki fiyat düşüşüne rağmen enflasyondaki yükselme, yoksulların daha fazla fedakarlıkta bulunmalarına neden olmuştur.

            CARİ AÇIK KAPATILIRKEN BÜTÇE AÇIĞI ORTAYA ÇIKTI

2012 yılı, cari açığın kapatıldığı yıl olarak gösterilmektedir. Cari açık kapanırken, Türkiye’nin en önemli sorunu, bütçe açığı ortaya çıkmıştır. Çünkü eskiden cari açığın körüklenmesinin temel nedenlerinden bir tanesi ithalattan alınan vergilerle bütçe açıkları kapatılmasıydı. Meydana gelen bütçe açıklarının 2012 yılında daha da fazla olacağı görüldü bu nedenle 2013 yılında bu açığın önüne geçebilmek için, vatandaşın sırtına binen zamlar, vergi yoluyla gerçekleştirildi. Bugün başta KDV olmak üzere harçlara hatta trafik cezalarına yapılan zamlar, bütçe açığını kapatma amacı gütmektedir.

            Türkiye dışarıdan para girişiyle, yani başka ülkelerin tasarruflarıyla büyüyor, başkasının cebinden harcıyor, kendi tasarrufunu bir türlü geliştiremiyor. Kendi tasarrufunu geliştirebilmesi için içeride reel sektörün gelişmesi, sanayinin bir ivme kazanması gerekir. Ama yapılan araştırmalar, sanayide bir gelişme olmadığını, olmayacağını gösteriyor. Sanayide gelişme olmaması, işsizliğin çözülemeyeceğini ortaya koyduğu gibi yeniden dış tasarruflara başvurulacağını gösteriyor.

Bugüne kadar gerek işsizliğin azaltılması, gerekse tasarruf  eksikliğini örtebilmek için başvurulan yöntem, özellikle TOKİ’ler aracılığıyla inşaat sektörüdür. Ama inşaat sektöründe de 2013 yılına girerken, Hükümet buradaki işler nedeniyle geçtiğimiz yıl aşırı stoklar oluştuğu için, kendi yandaşlarını korumak için KDV sistemini değiştirmiş, bugüne kadar metrekare üzerinden alınan KDV’leri artık bedel üzerinden, biçilen fiyat üzerinden almaya başlamıştır. Böylece Hükümet’in, büyük kentlerde yaşayanların inşaat sektöründeki maliyetlerini artırarak, önümüzdeki dönemde bu sektörü kontrol altına almak istediği ortaya çıkmıştır. Başlangıçta iktidara yakın olan ve iktidarın mitinglerine katılanları taşıyan inşaat şirketlerinin başvurusu üzerine, bu konudaki muafiyet, 6 aylık süre içinde alınmış olan ruhsatlara bağlanarak, bundan sonra bu sektöre başkasının girmesini engelleme amacı güdülmüştür.

DIŞ POLİTİKADA ÖNEMLİ OLUMSUZLUKLAR YAŞANDI

Geçtiğimiz yıl Türkiye, dış politikada da çok önemli olumsuzlukların yaşandığı bir yıl olmuştur. Hükümet politikası olarak Suriye’ye karşı hasmane bir tutum takınılması ve adeta ABD’nin talimatı ile hareket ediliyor imajının verilmesi, hem ulusal bağımsızlığımızı zedelemiştir hem de Türkiye’nin bazı olumsuzlukların eşiğine gelmesine neden olmuştur.

Başbakan’ın ve çevresinin Beşar Esad’a karşı tavrında hasmane bir tutum olduğunun en önemli göstergesi, ‘Esad’ adının ‘Eset’ olarak dillendirilmesidir. Bu değişikliğin temel nedeni, Esad’a karşı tavır konulurken, mezhep tartışması imajının ortaya konulmak istenmesidir. Bu tartışma Türkiye’ye pahalıya patlamıştır. Çünkü Türkiye’de bu tartışma bir Alevi-Sünni tartışmasına neden olmamıştır ama Türkiye’nin mezhep farklılaştırması göstererek, Irak’ta Bağdat Hükümeti ile çatışmasına neden olmuştur. Ayrıca Türkiye, Irak’ın üniter yapısını temsil eden Hükümet’le, Maliki ile adeta bir tartışma ortamına girmiştir. Türkiye bir yandan da Kuzey Irak’ta Barzani yönetimindeki Kürt eyaletine sahip çıkmış ve bunun sonucunda da Maliki İran’a yakınlaşmıştır. Bugün Irak savaşın eşiğine gelmiş durumdadır ve bu süreçte Türkiye Barzani’nin yanında yer alarak taraf olmuştur. Bu gelişme Türkiye’nin 2013 yılında   ‘Para gelir’ dedikleri Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerle ciddi bir çatışmaya girmesine neden olacaktır. Çünkü Irak’ta meydana gelen huzursuzluğun etkisi Bahreyn’e ve Suudi Arabistan’a kadar yansımaya başlamıştır. Bu durumun Suudi Arabistan’da ortaya çıkması, Arap baharının etkisinin körfez yoluyla oluşması olasılığına karşılık, Türkiye’nin de ilişkilerini ciddi bir şekilde olumsuz etkilemektedir. Bu durum, Türkiye’ye körfez ülkelerinden para geldiğine ilişkin haberlerin doğru olmadığını gösteriyor. O zaman Türkiye’nin dışarıdan gelen parası nereden geliyor? Çünkü bugün borsanın yüzde 70’i bankaların gayri resmi olarak yüzde 60’ı, resmi olarak ise yüzde 40’ı yabancı sermayenin eline geçmiş durumdadır. Bankalardaki resmi ve resmi olmayan rakamları söylememin nedeni, dolaylı sermayeden kaynaklanıyor. Çünkü Türkiye’de bazı yabancı sermayeli şirketler, bu bankaların ortağı gözükür ama onların da asıl yönetim yerleri, asıl ortakları yurt dışındadır. Banka ismi vermek istemiyorum ama bu konuda araştırma yapılırsa, Hazirun cetvellerine bakılırsa bu konuda ne demek istediğim anlaşılır. Bu yapıdaki Türkiye’de para fonlar aracılığıyla gelmiyor. Bu fonlar iki ülkenin kontrolündedir, ABD ve İsrail. İsrail bugün Türkiye’nin finansmanındaki fonların yöneticisi durumundadır ve göstermelik bir ‘One minute’ tartışması ile İsrail karşıtlığı varmış gibi gösterilse de ciddi bir beraberlik olduğu, özellikle bu para bağımlılığı dolayısıyla ortaya çıkmaktadır.

2013 yılında Türkiye’yi etkileyecek önemli gelişmeler var. Irak’ta ve İsrail’de seçim olacak ve oradaki yapıların değişmesi sözkonusu. İsrail’deki seçim önemlidir. Şu anda görünen o ki, mevcut koalisyon önde gidiyor. Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri, Ortadoğu’da çok büyük olumsuzluklara neden olabilecek, İsrail’in amacına hizmet edecek, bir taraftan da Türkiye’nin bağımlılığı daha da artacaktır.

TÜRKİYE ÖZGÜRLÜKLER KONUSUNDA KÖTÜ PUAN ALDI

Türkiye, 2012’de dünyada özgürlükler konusunda  kötü puan almış ülke olarak tanınmıştır. Haksız tutuklamalar, kitap yasaklamaları ve özellikle medyada sesini çıkaran gazetecilerin sindirilmek üzere çeşitli nedenlerle gözaltına alınması, Türkiye’de özgürlüklerin ne denli kısıtlandığını açıkça ortaya koyuyor. Tutuklanmalardaki haksızlıkların yanlışlıkların ne olduğunu geçen hafta İsmail Hakkı Karadayı’nın tutuklanmasında gördük. Demek ki mevcut düzenleme, tutuklama yapılmadan da davaların görülebileceğini gösteriyor. Benzer şekilde olan başka kişilerin aynı koşullarda olmalarına rağmen tutuklanmış olmalarını hayretle ve ibretle izliyoruz.

Türkiye’de özellikle vicdan ve din özgürlüğü yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başladı. Her ne kadar bazı şeyler ‘Vicdan ve din özgürlüğü adına rövanş alıyoruz’ gibi yansıtılsa da tam tersine baskıcı bir yaklaşımla insanların hem vicdan hem din hem de ibadet özgürlüklerinin sınırlandığını görüyoruz.

DİYANET SİYASETE ALET EDİLDİ

Türkiye’de son bir yıl içinde Alevi vatandaşlarımızın doğal hakları olan Cemevleri’nin ibadet yeri olarak tanınması konusunda bir adım atılmamıştır. Diyanet İşleri Türkiye’deki bütün dinleri ve mezhepleri kucaklayacak bir yaklaşım içine sokulmamıştır, tam tersine ilk defa Diyanet İşleri siyasete alet edilmiş, Suriye nedeniyle Cuma hutbelerinde siyasi konuşmaların yapıldığına şahit olunmuştur. Bunlar Türkiye’nin geleceği açısından çok tehlikeli yaklaşımlardır.

İKTİDAR KENDİNİN DİNLENMESİNİ KONTROL EDEMİYOR

Türkiye’de her geçen gün gündem değiştiriliyor. Başbakan’ın konutuna kendisini dinlemek üzere böcek konulduğunu itiraf etmesi ilginçtir. Aslında AKP iktidarının hemen tavır alıp,istifa etmesi gerekir. Kendisinin dinlenmesini bile kontrol edemeyen bir hükümet başka insanların dinlenmesini nasıl kontrol edecek? Üzülerek söylemeliyim ki geçen hafta AKP’nin basın sözcüsü Sayın Hüseyin Çelik, ‘Dijital sistemlerle herkes zaten dinleniyor, istediğiniz anda GSM’lerle dinliyorsunuz’ diyor. Bu ciddi beceriksizliktir ve acz içinde olduklarını gösteriyor. Eğer öyleyse tedbir al, bunu yapanları cezalandır. Bu durumun, telefon şirketlerine ücret ödeyen bütün telefon abonelerinin ileride dinlendikleri ortaya çıkarsa, protesto çekip, ödedikleri ücretleri geri istemesini isteyecek bir yasal düzenlemeye kadar gitmesi lazım. Çünkü hepimiz telefon parası öderken güvence içinde olduğumuzu varsayıyoruz. Ama görüyoruz ki bu GSM şirketlerinde hiç kimsenin güvencesi olmadığını iktidar partisi televizyonda açıkça söyleyebiliyor.

İFADE VE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ YOK

Vicdan ve din özgürlüğünün yanı sıra en önemli özgürlük ifade ve örgütlenme özgürlüğüdür. Ancak bu alanlarda da hala gerekli adımlar atılmamıştır. Seçim barajının düşürülmemiş olması, Türkiye’de ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki en önemli engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, Türkiye’de insanların iki partili sisteme zorlanmasıdır.

Bu sistemin ne kadar yanlış olduğunu son anayasa değişiklik çalışmalarında açıkça görüyoruz. İktidar partisi resmen, ‘Eğer anlaşma olmazsa biz tek başımıza bu anayasayı halka götürürüz’ diyor. Milletvekili sayısı referandum için gerekli olan 330’u bulmayan iktidar, acaba neye dayanarak bunu söylüyor? Bazı milletvekillerine şantaj mı yapılacak? Yoksa milletvekili pazarlıkları için tezgahlar mı kurulacak? Bunları bilmiyoruz ama Parlamento’da bütün fikirlerin, bütün düşüncelerin temsil edilmemesi eksikliktir.

2013’TE EN BÜYÜK TEHLİKE BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇİŞ

Türkiye’de 2013 yılında beklenen en önemli tehlike, ‘Anayasa değişikliği’  adı altında özgürlüklerin daha da kısıtlanmasına yol açacak değişiklikler ve parlamenter sistemden vazgeçilerek adeta ‘modern padişahlık’ olan başkanlık sistemine geçiş planlarıdır. Başkanlık sistemine geçilecek olursa, verilecek ödünlerle Türkiye’nin üniter yapısı da tehlikeye girecektir.

2010’DA ÖCALAN’LA GÖRÜŞTÜKLERİNİ SÖYLEMİŞTİK

Tartışılan Abdullah Öcalan’la ilgili durum hakkında da düşüncelerimizi paylaşmak istiyorum. Biz 2010 yılında anayasa değişikliğinin referanduma sunulduğu sırada bu konuyu seslendiren tek partiydik. Gördük ki hükümet MİT, CIA ve bazı ülkelerin istihbarat örgütleri aracılığıyla PKK ile görüşmeler yapıyor. Bunu o kadar çok dillendirdik ki, Başbakan yanıt vermek zorunda kaldı ve ‘Asla böyle bir şey olmadığını’ söyledi. Aradan bir süre geçti, aynı Başbakan çıktı, ‘Evet bu görüşmeler benim bilgim dahilinde yapılıyor’ dedi. Şimdi de Abdullah Öcalan ile İmralı’da MİT müsteşarı aracılığıyla görüşmeler yaptığı açıkça ortaya çıktı ve bu konuda kamuoyunda ciddi bir düşünce, fikir oluşturmak amacıyla sürekli tek taraflı bilgiler veriliyor.

TÜRKİYE’NİN ÜNİTER YAPISI BOZULMAMALI

Biz Türkiye’de kanın akmamasından, Türkiye’nin millet olma olgusunu oluşturan bütün halkların barış içinde yaşayabileceği bir ortamın oluşturulmasından yanayız. Bu konudaki kırmızı çizgi, yapılacak görüşmelerde, üniter devlet yapısını bozacak, özerklik tanınmasını sağlayacak, özel bölgelerin oluşturulmasına yol açacak şekilde asla ödün verilmemesidir. Verilecek ödünlerin Türkiye’nin ileride dağılmasına yol açacağına dikkati çekmek istiyor ve buna karşı olduğumuzu belirtmek istiyorum. Yapılacak görüşmelerin, Türkiye’nin üniter yapısını bozmamak koşuluyla ve ileride sırf birilerini başkan yapabilmek için her şeyden vazgeçebileceği bir anayasa değişikliğine yol açmaması koşuluyla yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun dışındaki çalışmaların yanlış olduğunu biliyoruz.

            TÜRKİYE TAVİZ VERMEMELİ

Bu görüşmelerin belirli bir düzeye kadar geldiğini zaman zaman Başbakan’ın açıklamalarından anlıyoruz. Hatırlayacak olursanız, geçen sene 2012 Eylül ayında Başbakan tutukluların 24 saat eşleriyle beraber olabilecekleri bir düzeni sağlamak istediklerini bu amaçla bir düzenleme yapmak istediklerini söylemişti. Bu düzenlemenin OSLO sonrası İmralı görüşmeleriyle ilgili olduğunu ve bu konuda buna benzer bir çok tavizin verildiğini biliyoruz. Bazı konularda verilen bu tavizler kamuoyuna açıklanmıyor. Bundan endişeliyiz. Acaba Türkiye’nin üniter yapısını tehlikeye düşürecek tavizler mi verildi? Bunlar açıklanmalıdır.

DÜŞÜRÜLEN UÇAKTAKİ BİR PİLOT ASTRONOTTU

DSP’nin en önemli özelliği doğruları söyleyen parti olmasıdır. Biz her zaman kimseden korkmadan her yerde doğruları söyledik. Hatırlanacak olursa Suriye’de uçağımız düşürüldüğü zaman bu uçağın füzeyle düşürüldüğünü, yeni nesil silah kullanıldığını ve bu füzenin de Rus gemisi tarafından fırlatıldığını söylemiştik. O gün Beşar Esat açıklama yaptı ve özür diledi. Niye özür diledi, çünkü kendi inisiyatifi dışında olduğu için. ‘Uçaksavarla düşürdük’ dedi.

Başbakan anamuhalefet  partisine düşen uçaktaki pilotların postal ve kasklarını gösterdi. Medyada bizim bu söylediklerimiz çürütülmeye çalışıldı. Hatta o gün bazı gazeteciler,’ DSP Genel Başkanı bunları nereden çıkartıyor?’ diye yorumlar yaptı. Ama aynı gazeteciler, aynı yorumcular iki haftadır bizim o gün söylediklerimizi aynen tekrarlıyorlar.

Oradaki pilotların ailelerinin dava açmaları boşuna değildir. Çünkü bunlar, Hava Kuvvetleri çevresindeki camialarda konuşulmakta, aslında gerçekler ailelere açıklanmış bulunmaktadır. Türk Hava Kuvvetleri Komutanı geçtiğimiz yıl iki kez istifa noktasına gelmiştir. Birisi Uludere’deki olay sırasında, diğeri düşürülen uçak sonrasındadır. Ama bu kamuoyundan saklanmıştır. Çok önemli şeyler oluyor.

Araştırılması gereken konu, düşen uçakta ölen pilotlardan birisinin astronot olmasıdır. Türkiye uydu fırlatmakla övünüyor ama, yarın uzaya gidecek astronotunu bile bu şekilde tehlikeye sokmaktan çekinmiyor. Bu konunun incelenmesi gerekir.

MİNİBÜSLE İLGİLİ OLAY AÇIKLANMADI

Uludere olayından ardından Ağustos 2012’de Uludere’nin bir mevkiinde askerleri taşıyan bir minibüs uçuruma yuvarlandı ve o gün şehit olan askerlerle ilgili hiçbir açıklama yapılmadı, dosya adeta kapatıldı. O gün yine bir açıklama yaptık ve bunun bir sabotaj olduğunu söyledik. Ancak bir açıklama gelmedi. Bunlar Türkiye’de her şeyin üstünün örtüldüğünü, baskı rejiminin her geçen gün arttığını ve özgürlüklerin kısıtlandığını gösteriyor.

SİYASAL SİSTEMİN AKTÖRLERİ DEĞİŞMELİ

2013 yılı Türkiye için inşallah umut yılı olur. Ama umut yılı olabilmesi için Türkiye’deki siyasal sistemin aktörlerinin değişmesi gerekir. Siyasal aktörlerin değişmesi de 2014 yılında yapılacak iki seçimle ilgilidir. Yerel yönetimler seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi. Bugün yabancı güçlerin Türkiye’ye yardım ederek PKK ile bir anlaşma noktasına gelinmesini sağlamaya çalışmalarının nedeni, Türkiye’nin 2014 yılında, tekrar mevcut iktidara mahkum etme amacı taşımaktadır. Çünkü bu sorunun çözülmesi ve elde edilecek sonuçların olumlu olmasının neticesi, 2014 yılına yansıyacaktır. Dikkat edilirse AKP bile her şeyi adım adım siyasi amaçla yapmakta ve Türkiye’yi, yeniden seçilmek adına her türlü ödünü verebilecek bir zihniyetle yönetmektedir.

VATANDAŞ DAHA DA BORÇLANACAK

2012 yılından 2013 yılına devreden zamlar, vergiler, önümüzdeki 2013 yılında vatandaşımızın ciddi bir şekilde biraz daha borçlanmasına neden olacaktır. AKP’nin en büyük silahı siyasi aktörlerin değişmemesi için,  herkesi ‘Faizler artacak, borcunuzun altında ezileceksiniz’ diyerek korkutmasıdır. Bütün muhalefet partilerinin, ’Eğer iktidar değişirse, faizlerin değişmeyecek’ taahhüdünde bulunması gerektiğini düşünüyoruz. Biz bunu seçimden bu yana söylüyoruz. Çünkü artık vatandaşın baskı altında tutulmaması gerekiyor. 2013 yılının üreten bir yıl olmasını diliyoruz.

KURAKLIK İÇİN ÖNLEM ALINMALI

Türkiye’yi bekleyen bir tehlike var. Ülkemizde tahıl üretimi düştü, yalnız meyve ve sebze üretimi arttı. Tahıl üretiminin düşmesinden dolayı Türkiye saman ithal edecek noktaya geldi. Bu da ciddi bir şekilde Türkiye’yi tehdit ediyor. Meteorolojinin kuraklık raporuna göre, Türkiye’de 2013 yılında kuraklık riski var. İstanbul’da yapılacak 3. köprü olmak üzere bazı yatırımlar yapılıyor. Ancak öncelikle su havzalarının gözden geçirilmesi, kuraklığa karşı bugünden önlem alınması gerekir. Çünkü bugüne kadar ‘Avrupa’nın tahıl ambarıyız’ diyen Türkiye eğer samanını bile ithal edecek noktaya gelmişse, ciddi önlemlerin alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de başkanlık sistemi tehlikelidir. Biz Türkiye’nin üniter yapısının korunmasının Türkiye’de barışın korunmasının, kardeşliğin devam etmesinin, Parlamenter sistemle daha iyi gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Parlamenter sistemden yana olmalıyız.

Türkiye’de başkanlık sistemi henüz gelmemiş olmasına karşın, kanun hükmünde kararnamelerle, kanunlara aykırı yönetmelik ve tebliğlerle yavaş yavaş kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal ediliyor. Yalnız yönetenlerin, yani mevcut iktidarın tahakküm ettiği bir düzene giriyoruz ki, bu da Türkiye’de ekonomide fırsat eşitliğini engelliyor, sermayenin belirli ellerde daha toplanmasına neden oluyor.

Bugün bankaların verdiği kredilerin yüzde 89’u yabancı para cinsindedir. Yani risk piyasaya, reel sektöre kuru ile birlikte aktarılmaktadır. Verilen kredilerin yüzde 20’si, bankaların yurt dışındaki şubelerinde verilmekte, yurt dışındaki şubelerde yaptığımız araştırma, oradaki kredilerin yüzde 90’ının Türkiye’de yerleşik şahıs ve şirketlere verildiğini ortaya koymaktadır. Türkiye’de sermaye bir elde toplanıyor. Yalnız bu yıl yurt dışından getirilmiş olan, kullanılmış olan kredi miktarı, 20 katrilyon civarındadır, yani 20 milyar doları geçmektedir. Paranın bir kısmı yurt dışında kalmışsa, geri kalanla sermaye birikiminin nasıl el değiştirdiğini açıkça ortaya koymaktadır.

ANAYASA İHLAL EDİLİYOR

Şu anda Anayasa değişmediği halde iki konuda ihlal ediliyor. Birisi Anayasa’nın 92. Maddesi ile ilgili ihlaldir. Türkiye’ye yurt dışından asker gelebilmesi için TBMM’de karar alınması gerekir. Ancak alınmamıştır.

İkincisi, milletvekili olanSayın Yalçın Akdoğan, Başbakan danışmanı olarak çalışıyor. Bu da Anayasa’nın 82. Maddesine göre yanlıştır.

Sözlerime son verirken, 2013 yılının, 2012’den daha iyi olmasını, 2012’nin en kötü yıl olmasını diliyoruz.”

Masum Türker, gazetecilerin yönelttiği soruları da yanıtladı. Bir gazetecinin “Mahkumların eşleriyle 24 saat görüşmesi konusunda yapılması düşünülen düzenlemeyi, OSLO süreciyle değerlendirdiniz, bunu biraz açar mısınız?” sorusu üzerine şunları söyledi:

“Bu talep, Oslo süreciyle birlikte ortaya çıkmış bir taleptir ve Başbakan toplumu buna hazırlamak için konuyu  Eylül ayında açıklamıştır. Önümüzdeki günlerde bazı anlaşmalar yapıldıktan sonra kimler evlenecek, kimler eşleriyle birlikte serbest yaşayacak, göreceğiz.”

Masum Türker, “Suriye’de düşürülen uçakla ilgili bilgiler size nereden geldi. Siz Rus füzesinin vurduğunu söylemiştiniz” sorusunu da şöyle yanıtladı:

“Bu füzenin nereden fırlatıldığını İsrail, ABD, İngiltere ve Rusya biliyor. Herhalde bu ülkelerin bildiğini Türkiye’de iktidarda da bulunmuş bir partinin genel başkanının bilmesinden doğal bir şey olamaz. Bu konular, ciddi bir şekilde hava kuvvetleri mensuplarının aile çevrelerinde zaten konuşuluyor. Gerçeği bildiği için, düşürülen uçaktaki pilotların aileleri dava açıyor. Dikkat edin, davayı Hava Kuvvetleri’ne değil, Genelkurmay’a değil, Milli Savunma Bakanlığı’na değil, MİT Müsteşarlığı’na açıyorlar.

Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı açıkladı zaten. Bir tek açıklamadığı şey, izah edilemeyen şey, o da açıklanacak, füze kullanılmış ama hiç barut izi ya da bir sıcaklık yok, çünkü bu füze yeni nesil füzedir. Yeni nesil füzeler lazerlidir. Başbakan’ın arabası da o sistemle kilitlenmiş, sonra korumaları balyozla camları kırmak istemişti.”

DSP İl Başkanları Toplantısı daha sonra DSP Genel Başkanı Masum Türker başkanlığında basına kapalı olarak devam etti.



681 kez okundu

Yorumlar

     07/01/2013 10:45

DSP diye bir parti kaldımı ya?Allah Allah.....
Misafir - murtçu

AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038