Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi199
Bugün Toplam1017
Toplam Ziyaret1823707

HDP, “DARBE BİR LÜTUF OLARAK GÖRÜLMÜŞ VE OHAL İLAN EDİLMİŞTİR “

HDP Meclis Grup Başkan Vekili ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım, ”Darbeler sadece askerî apoletlerle gerçekleştirilemez. Dünya tarihinde demokratik işleyişe yönelik kravatlı darbelerin sayısız örneği vardır. Ne yazık ki Türkiye'nin de son bir yılı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Meclis Grup Başkan Vekili ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım, ”Darbeler sadece askerî apoletlerle gerçekleştirilemez. Dünya tarihinde demokratik işleyişe yönelik kravatlı darbelerin sayısız örneği vardır. Ne yazık ki Türkiye'nin de son bir yılı bunlara örneklerden biridir” dedi.

Yıldırım, “100'üncü yılını tamamlamaya yaklaşmakta olan ülkemizin tarihi bir yönüyle darbeler tarihidir. Yüz yıllık tarihin ilk çeyrek dilimini demokrasiden tek partili bir dönemde geçiren ülkemiz, ondan sonraki yetmiş yıllık döneminde sayısız askerî, sivil, siyasi, yargı, modern ve postmodern darbelerle geçirmiştir. 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askerî müdahalelerinin yanı sıra, 2 Mart 1994, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz, 20 Temmuz, 4 Kasım 2016 tarihlerinde olduğu üzere tamamını burada sayamayacağım sivil ve demokratik siyaseti hedefleyen sayısız darbe ve girişim bu kısa tarihe sığdırılmıştır” dedi.

Halkların Demokratik Partisi Meclis Grup Başkan Vekili ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım, TBMM’de grubu adına yaptığı konuşmada, şunları ifade etti:

“15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümünde Meclis Genel Kurulundan Eş Genel Başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere tutsak durumda olan milletvekillerimizi, belediye başkanlarımızı, parti yöneticilerimizi, tutuklu gazetecileri ve hâlâ açlık grevleri devam eden Nuriye ve Semih'i, OHAL kapsamında mağdur edilen masum yurttaşlarımızı HDP Meclis Grubu ve Genel Merkezi adına saygıyla selamlıyorum.

Aslında 4 Kasım öncesi ve sonrasında iktidar sahiplerinin demeçlerinde çok net ortaya çıktığı üzere, siyasi operasyonlarla tutsak edilmemiş olsalardı Eş Genel Başkanlarımız Sayın Yüksekdağ ve Sayın Demirtaş bu kürsüden selamlanacak değil hitap edecek liderlerdir.

Yine, konuşmamın başında, bir yıl önce bu halkı ve demokratik siyaseti hedefleyen 15 Temmuz darbe girişimini şiddetle kınıyor, darbeye karşı koyarken hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Darbecilerin ve katillerin en kısa zamanda adil bir yargılamayla hak ettikleri cezaya çarptırılmalarını tüm halkımız gibi beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

100'üncü yılını tamamlamaya yaklaşmakta olan ülkemizin tarihi bir yönüyle darbeler tarihidir. Yüz yıllık tarihin ilk çeyrek dilimini demokrasiden tek partili bir dönemde geçiren ülkemiz, ondan sonraki yetmiş yıllık döneminde sayısız askerî, sivil, siyasi, yargı, modern ve postmodern darbelerle geçirmiştir. 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askerî müdahalelerinin yanı sıra, 2 Mart 1994, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz, 20 Temmuz, 4 Kasım 2016 tarihlerinde olduğu üzere tamamını burada sayamayacağım sivil ve demokratik siyaseti hedefleyen sayısız darbe ve girişim bu kısa tarihe sığdırılmıştır. Az biraz hukukun üstünlüğü ve demokratik teamüllerin iddiasına sahip hiçbir ülkede görülemeyecek kadar yaygın bu darbeler silsilesi, ülkenin kuruluş temelleri, yönetim anlayışı ve sosyolojik katmanların devletle bağ kurma sıkıntılarından ele alınamayacağı aşikârdır.

Darbecilerin veya yeltenenlerin art niyetini, kirli ruhunu ve demokrasi düşmanlığını hiç tartışma konusu yapmadan, buna zemin sunan koşulları da tartışmamanın ve üstünü örtemeye çalışmanın da yeni darbe koşullarını hazırlayacağı asla unutulmamalıdır. 15 Temmuz darbe girişimine de darbecilere siyasi iktidar tarafından sunulan olanaklarla, tanınan imtiyazlarla, getirilen dokunulmazlıklarla ve verilen yargılanmazlık taahhütleriyle göstere göstere gelinmiştir. Sadece 15 Temmuz darbesinden bir önceki yasama yılının Meclis tutanaklarına bakıldığında partimiz hatiplerince bu kürsüden sayısız kez bir darbe mekaniğinden, potansiyelinden ve yakın ihtimalinden söz edilmiş, siyasi iktidar bu konuda uyarılmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde çözüm sürecinin bitirilmesiyle başlatılan çatışmaların ve siyasi iktidarın girmiş olduğu milliyetçi, muhafazakâr ittifakların ülkeye hayır getirmeyeceğini defalarca ifade ettik. Böylesi bir atmosferin ülkeyi darbe mekaniğinin içerisinde tutacağını, ekonomik, sosyal, siyasi, diplomatik krizlerin içerisinde debeleyeceğini ısrarla belirttik.

Geçen yıl 16 Temmuzda tüm partiler tarafından imzalanan ortak deklarasyonda demokratik siyaset ve güçlendirilmiş parlamenter demokrasi vurgusu yapılmıştı. O gün Türkiye'de darbe karşıtlığına siyasi partilerin farklı görüşlerine saygı gösterilmek kaydını düşen siyaset kurumu damgasını vurmuştu. 16 Temmuz tarihinde partimiz bu kürsüden darbelerin sadece askerî yollarla olmayabileceğini ifade etmişti. Ancak hemen akabinde darbe bir lütuf olarak görülmüş ve OHAL ilan edilmiştir. Tekrar belirtmek gerekir ki darbeler sadece askerî apoletlerle gerçekleştirilemez. Dünya tarihinde demokratik işleyişe yönelik kravatlı darbelerin sayısız örneği vardır. Ne yazık ki Türkiye'nin de son bir yılı bunlara örneklerden biridir. Ancak o günlerde, bugün olduğu üzere, tekçiliği esas alan siyasi iktidar Kürt karşıtı politikasıyla Kürt coğrafyasında darbecilerin bütün komuta kademesini suç makinesine dönüştüren sınırsız yetkiler tanımıştı.

20 Temmuz itibarıyla OHAL'le beraber bir darbe daha gerçekleştirilmiştir bu ülkede. Bu darbeyi müteakip eş başkanlarımız ve milletvekillerimiz tutuklanmıştır; belediyelerimize kayyumlar atanmış, gazeteciler tutuklanmış, 15 Temmuz darbe girişimine karşı duran çok sayıda kamu emekçisi işinden edilmiştir. 15 Temmuzda cesaretle darbe karşıtı yayın yapan birçok medya organı ve sivil toplum kuruluşu KHK'lar ucubesiyle kapatılmıştır. Tüm bu KHK'lar zulmüne uğrayanların iki ortak yönü vardı: Birincisi, bu kişiler ve kurumlar darbe karşıtıydı; ikincisi, ise AKP'li değildiler. Bu durum bile yalnız başına darbe girişimiyle buna bağlı olarak OHAL ve KHK'ların nasıl da amacından koparılarak kullanıldığının göstergesidir. Oysa 15 Temmuz darbe girişimine karşı Meclisin ve bütün halkımızın gösterdiği ortak duruş için önemli fırsatlar sunuluyordu ancak bu fırsat, bu alçak tehditlerin ortadan kaldırılması ve ülkemizin demokratikleştirilmesi yerine, bunlar kişisel otorite tahkim etmek için kullanılmış ve sivil bir darbeyle Parlamento ve yargıya deyim yerindeyse el konulmuştur. İktidarın açık talimatlarıyla eş genel başkanlarımız ve milletvekillerimiz rehin alınarak cezaevlerine konulmuş, hukuk ve etik dışı bir şekilde Eş Genel Başkanımız Sayın Figen Yüksekdağ ve Milletvekilimiz Nursel Aydoğan'ın milletvekilliği düşürülmüştür. Yine Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş sekiz buçuk aydır tutuklu olmasına, mahkeme karşısına hâlâ çıkarılmamış ve ifadesi dahi alınmamış olmasına rağmen, iktidar partisi genel başkanı tarafından asla kabul edilmeyecek ağır ifadelerle kesin bir hüküm verilmiştir. Yargıya açık müdahale ve talimat anlamına gelen bu hakareti ret ve iade ediyor, bu ülkenin toplumsal barışı adına yargıya müdahaleden ve hakaret dilinden vazgeçmeye davet ediyoruz. Ortak vatan paydasında, demokrasi ve özgürlükler temelinde, bütün farklılıklarımızla birlikte, kardeşçe ve eşitçe yaşamanın mücadelesini vermeye devam edeceğiz. Darbe sonrası uygulamalarla siyasi iktidar ülkeyi mağdur edilen masumlar haritasına çevirmiştir ama bilinmeli ki Peygamber Efendimiz'in buyurduğu üzere: "Küfür devam eder, zulüm devam etmez." Bugünkü zulmün de devam etmeyeceği 16 Nisan referandumunda halkın duruşuyla orta çıkmıştır. Üsküdar'dan Bahçeşehir'e, Ankara'dan İstanbul'a, Diyarbakır'dan Hakkâri'ye, Şırnak'tan Mersin'e, Adana'ya kadar daha birçok yerin 16 Nisan referandum sonuçlarına bakıldığında bu zulmün çok daha devam etmeyeceği çok açık ve net görülmektedir. İktidar temsilcilerinin çokça referans gösterdiği İbni Haldun'un şu tespiti de göz ardı edilmemelidir.

"İktidarlar doğar, gelişir ve sonlanırlar." Mevcut siyasi iktidarın da uygulamaya koyduğu baskı ve zulüm politikalarıyla böyle bir sürecin içerisine girdiğini ifade etmek isterim çünkü adalet terazisi şaşmış, İslamcı idealler iktidar ve güç istencine kurban edilmiştir.

Darbe girişimlerinin ve güvenlik açıklarının tek çözümü vardır, demokratik siyaseti, eşitliği ve adaleti güçlendirmektir. Dünyada güvenliğin baskıyla ve zulümle kalıcı olarak sağlandığı, darbelerin önlendiği tek bir ülke örneği yoktur. Bu şekilde devam edilmesi hâlinde, 10 OHAL daha ilan edilse bile darbe mekaniği canlı kalmaya devam edecek, toplumsal kamplaşma ve yarılma maalesef derinleşecektir. Türkiye'nin içeride yaşadığı toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunların çözümü demokrasidir, barıştır, eşitliktir, adalettir. Bunun dışında bir çözüm ve 80 milyon insanın bu ülkeye dair aidiyet ve sahiplenme duygusunu artıracak hiçbir çözüm reçetesi yoktur. Ne dış politikadaki iflaslar ne ekonomideki çözülüş ne de insan hakları ihlallerinin seyri daha fazla baskıyla giderilemeyecek kadar derinliklidir.

15 Temmuzda darbe başarılı olsaydı, yaşanacakları az çok 1980 darbesinden herkes biliyor. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olmamasına rağmen, bugün yaşanan baskı, zulüm ve hukuksuzluklar ondan daha mı az, yoksa o gün olacakları katlayan bir gerçekliğe doğru mu evrildi? Bugünlerde "yargı" adı altında yaşananlar hukuk tarihine düşen bir kara leke, ileride hukuk fakültesi derslerinde okutulacak kötü uygulamaların en veciz örnekleri olacak. Ülke öyle baskıcı uygulamalara maruz kaldı ki "12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubatların bu kadarı nasıl da aklımıza gelmemişti?" dedirtip kıskandıracak uygulamalarla karşı karşıyayız.

Darbe girişiminden hemen sonra 9 Ağustos 2016 tarihinde Eş Genel Başkanımız Değerli Selahattin Demirtaş tarafından kamuoyuna deklare edilen 12 maddelik reçete, bugün ülkemizi sivil ve askerî darbelerden koruyacak tek yok olarak hâlâ haklılığını korumaktadır. Bu 12 maddelik deklarasyona göre, Türkiye, sorunlarını demokratik siyasetin diyalogla çözümüne devretmelidir. Ülkemiz geçmişiyle yüzleşerek sivil, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapım sürecine başlamalı ve devlet liyakate dayalı olarak yeniden organize edilmelidir.

Kadın özgürlüğü başta olmak üzere, etnik, inançsal ve kimliğe dair tüm farklılıklar zenginlik olarak kabul edilip eşit yurttaşlık hâkim hâle getirilmelidir. İfade, gösteri ve düşünce özgürlüğü; amasız, fakatsız bir şekilde evrensel hak ve hürriyetler seviyesine çıkarılmalıdır. Doğa talanı başta olmak üzere, tüm kamusal kaynaklar; yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetten arındırılmalıdır.

Bizler bu kapsamdaki demokratik, adil, eşitlikçi çalışmalara katkı sunacağımızı buradan tüm siyasi muhataplara ve bütün halklarımıza ifade etmek isteriz.”

 

320 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028