Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam700
Toplam Ziyaret1823390
Yılmaz Aydoğan
yaydogan33@gmail.com
EMPERYALİZMİN GÖLGESİNDE TÜRK TARIMI- 20
23/07/2018

DÜNYADA SU ÜZERİNE OYUNLAR: SU KAYNAKLARININ YAĞMALANMASI

[Değerli Okuyucularım,
Geride kalan 19 Bölümde tarımın temelini oluşturan insan, toprak ve tohum ile onun türevi sayılabilecek bitkisel/hayvansal ürünlerimiz üzerindeki emperyal oyunları ve gelinen aşamayı inceledik. Bu yazı ile birlikte üç bölüm halinde “su” konusu incelenecek; su üzerine oynanan küresel oyunlar ve bunun ülkemize yansımaları üzerinde düşüneceğiz.]
Dünyada tatlı su kaynakları giderek azalmakta; insanlık, her türlü yaşamın kaynağını korkutucu boyutlarda kirletmekte, ısraf etmekte ve tüketmektedir. İnsanlığın tatlı su gereksinimi, var olan kullanıma uygun tatlı su miktarını aşmakta ve binlerce insanı tehlikeye atmaktadır. Eğer, bu hayati öneme sahip “değer” ile ilişkimizi temelden değiştirmezsek, gelecek çeyrek yüzyıl içerisinde, insanların en az yarısı ağır bir su kıtlığının acıları ile kıvranır hale geleceklerdir.
Yeryüzündeki toplam su varlığının sadece %2,6’sı (36 milyon kilometreküpü) tatlı su olup bunun da sadece 11 milyon kilometreküpü insanların ve diğer canlıların kullanımına uygundur. Her ne kadar suyun bir devri daimle yenilenmesi söz konusu ise de, iki kavram vardır ki aralarında anlam uçurumu mevcuttur:
“Suyu kullanmak”; kullanılan tatlı suyun, örneğin içtiğimiz suyun, bir süre sonra doğal yollardan tekrar canlıların kullanımına uygun hale gelmesidir.
“Suyu tüketmek” ise; insanların çeşitli amaçlarla kullanırken kimyasal olarak kirlettiği ve doğanın kendi eko sistemi içerisinde arıtamadığı, bu sebeple canlıların tekrar kullanımına uygun olmayan su kütlesidir.
Tatlı su kullanımında %70 oranla “tarım ve hayvancılık”, %20 oranla “endüstri” gelmekte; kalanını da insanoğlu özel ihtiyaçları için değerlendirmektedir. Tarım ve hayvancılıktan kasıt geleneksel uygulamalar değil, ağır kimyasal destekli ve yoğun sulama zorunluluklu “endüstriyel tarım”dır.
Özellikle uluslar arası büyük tarım firmaları, Afrika ve Güney Amerika’da su kullanım hakkıyla birlikte, “kira” adıyla 49 - 99 yıllığına gasp ettikleri milyonlarca hektar arazide yapılan sözde “modern” yöntemle ürettikleri monokültür yetiştiricilik için inanılmaz miktarlardaki tatlı suyu, çevre nehirlerden ve akiferlerden (yer altı göllerinden) alarak, o ülkelerin tatlı su kapasitesini talan etmektedirler. Kitlesel “besi hayvancılığı” da, yarattığı büyük boyutlardaki mısır ve soya talebine bağlı olarak, kitlesel tatlı su tüketimini aynı boyutlarda artırmaktadır. Hayvanları dar alanlarda kitlesel olarak toplayıp yapılan “yoğun besi”, sorunun diğer ayağıdır.
En büyük tatlı “su kullanıcısı” olan endüstriyel tarım, aynı zamanda en büyük “tatlı su tüketicisi” yani kirleticisidir.
Tarım endüstrisinde kullanılan kimi kimyasalların içerikleri dünya durdukça varlıklarını koruyabilecek durumdadırlar ve okyanus diplerindeki çok küçük canlılardan tutun, anne sütüne kadar her yerde rastlanır olmuştur.
Endüstrinin toplam tatlı su kullanım oranı daha düşük görülse de “suyu tüketme yani kirletme oranı” oldukça yüksektir. Örneğin yer altındaki petrolün çıkartılmasında kızgın su pompalanmakta, böylece milyarlarca ton su yeraltına bir daha kullanılmamak üzere gömülmektedir. 1 varil petrol için 9 varil su tüketildiğini; bir otomobil üretebilmek için 400 bin litre suya ihtiyaç duyulduğunu biliyor muydunuz?
Akiferlerin çoğunun şimdiden hacimlerinin büyük bölümünü kaybettikleri; Dünyanın en büyük dördüncü tatlı su gölü Aral Gölü hacminin %80’inin; Türkiye’deki en büyük tatlı su gölü Beyşehir Gölü yüzey alanı %30’unun kaybedilmiş olduğu gerçektir. 
Birleşmiş Milletlerin öngörülerine göre insanlık şu anda yaşamsal boyutta bir “su krizi” ile karşı karşıyadır. Bu durumda da dünyayı yöneten Küresel Güç Odakları’nın bir planı, bu plan içerisinde bizim de bir rolümüz vardır.
Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ile katılım anlaşması imzalayan hükümetler, ülkelerinin su kaynakları üzerindeki tasarruf haklarını kaybetmekte; KGO nın dev su şirketleri, BM ile koordineli biçimde üye ülkelerin ele geçirdikleri (özelleştirilmiş) su kaynaklarını, borular veya dev tankerlerle en yüksek fiyatı verecek noktalara taşıma hazırlığındadırlar. Yaşamsal ve vazgeçilmez bir hak olan su, KGO nın elinde aynen petrolde olduğu gibi, oradan oraya taşınan, borsa oyunları ile üzerinde fiyat spekülasyonları yaratılan, hatta uğrunda savaşlar ve katliamlar yapılan bir “meta” olma yolundadır. Suyun petrolden farkı, hiç bitmeyecek olmasıdır. Bir kez eline geçiren, “dünya var oldukça kesilmeyecek bir para akışını garantileyecek” demektir.
“Su krizi” 2000 yılında Hollanda’da yapılan İkinci Dünya Su Forumu ile gündeme düşmüş bulunmaktadır.
Bu alanda görev üstlenen, şaşaalı adları olan uluslar arası kuruluşların hiç birisi demokratik bir kuruluş değildir. Örneğin Dünya Su Konseyi (WWC) “kendisini su konusunda yetkili karar organlarına maddi ve manevi yardımda bulunmaya hazır politik bir düşünce kuruluşu” olarak göstermekte; KGO lehine, su kaynaklarının ve su hizmetlerinin özelleştirilmesi(!) yönünde çalışmalar yapmakta; bu yöndeki çalışmalara hızlandırıcı ve yönlendirici olarak katılmaktadır. Üst düzey yöneticilerinin tamamı uluslar arası büyük su şirketleri olan Suez, Vivendi, United Water bünyesinde görev yapmış bürokratlardır.
Eğer su bütün canlılar için “evrensel bir hak” değil de bir “ihtiyaç” olarak nitelendirilirse, ticari bir meta haline getirilmesinin ve buna bağlı olarak da, var olan egemen ekonomi sistemi içerisinde, pazar kuralları uyarınca, arz ve talep dinamiklerinin belirleyeceği fiyatlarla alınıp satılmasının önü açılmış olacaktır. 
Enerji üretim ve dağıtımında küresel boyutlarda başta giden dev sermaye şirketleri, büyük inşaat şirketleri ile “tatlı su temini ve su dağıtım sistemleri” konusunda rol alan kuruluşlar, büyük paylaşım savaşına hazırlanmaktadırlar. 
Dünya Bankası’nın başrolde olduğu çalışmalarla, Filipinler’in 12 milyon nüfuslu başkenti Manila’nın su sistemi ile Endonezya’nın başkenti Jakarta’nın su sistemi 1997 yılında, Bolivya’nın büyük şehirlerinden Cochabamba su dağıtım sistemi 2000 yılında özelleştirildi. Bu akım bugün pek çok başka ülkede de görülmekte ve yaygınlaşmaktadır. Sonuç ise hiç iç açıcı olmayıp, su sistemlerinde alt yapının iyileştirilmesi yerine, her altı ayda bir su iyatlarının yükselmesi şeklinde yansımıştır, yararlananlara.

Bu alanda faaliyet gösteren şirketlerden en tanınmışları; Times Water, Alman Enerji devleri RWE ve E.on olarak sayılabilir. 
İçme suyunu, ilerde başlarına geleceklerden habersiz insan kitlelerine, pahalı olarak ve peşin parayla satın almaya alıştırmanın yöntemi “suyu şişelemek” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir yanda zamanla kalitesi bozulan şehir şebeke suyu, öte yanda insanlara sinsice üfürülen Amerikanvari hijyen takıntısı bizleri şişe suyu kullanmaya itti ve alıştırdı. İnsanların şehir suyuna ulaşabilme imkanları zorlaştıkça, halen kolayca ödenebilir olan damacana ya da şişelerde satılan su fiyatları katlanarak artacaktır. Özelleştirilen yerlerde şehir şebeke suyunun kalitesi devamlı düşük tutulmakta ve bu durumda devreye giren şişe suyu satıcıları, şişe suyu pazarlarını adım adım genişletme imkanı bulmaktadırlar. 
Su gaspının bir diğer şekli de akarsuların özel şirketlere kiralanmasıdır. 
Günümüzde güçlü su potansiyeli olan nehirlere sahip fakat ekonomik ve politik olarak güçsüz ülkelerde, birçok büyük baraj ve su bağlantı sitemleri halen inşa halindedir. Hedef ülkeler, muazzam kredilerle bu projeleri hayata geçirdikten sonra, yapımı biten ve borcu ödenmiş baraj ve HES leri özel sermayeye devretmeye hazırlanmaktadırlar. 
Zamanımızda, alternatifsiz olarak geçerliliği sağlanmış Küresel Ekonomi Sistemi’nin prensiplerine göre, “tüm üretim faaliyetlerinin özel girişim birimlerinde toplanması gerektiği” bilinmektedir.

DEVAM EDECEK.



609 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YEREL SEÇİMLERDE TARSUS - 02/09/2023
YEREL SEÇİMLERDE TARSUS
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN - 14/02/2023
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ? - 08/02/2023
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ?
NE KADAR ÖZLEMİŞİZ BÜTÜNLEŞMEYİ? - 13/09/2022
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’i oldum olası sevmem… Türk vatandaşı olsa da, Türkiye’de yaşasa da kendisini, Türk kültüründen daha çok kadim Yunan kültürüne yakın saydığını, milli bir çizgide olmadığını görüyorum.
NEDİR MİLLİ SİYASET -2- - 25/07/2022
Mustafa Kemal Paşa’nın daha 1923 yılında söylediği aşağıdaki sözleri onun, yolun en başından itibaren ‘Milli Siyaset’ düşüncesine sahip olduğunu gösterir:
NEDİR MİLLİ SİYASET ?(1) - 15/07/2022
Son yarım yüzyılda ülkemizin savrulduğu mevcut durumun iç ve dış “hareket ettiricileri”, onların planları, uygulamaları ve geldiğimiz yer, iyi incelenmeli ve doğru teşhis edilmelidir.
YENİDEN MİLLİ SİYASET 2 - 05/07/2022
1821 Mora kalkışması ile başlayan ve 7 Ekim 1912 / 30 Mayıs 1913 arası sekiz aylık dönemde kaybettiğimiz Balkanlarda, Türk kırımının zirveye ulaştığını; Osmanlı’nın bu 90 (doksan) yıllık geri çekilme döneminde 2.500.000 Türk’ün kırıma uğradığını, 8.0
YENİDEN MİLLİ SİYASET 1 - 04/07/2022
(“Yeniden milli Siyaset” yayın hazırlıkları yaptığım kitabımın adıdır. Kitabın “Sonsöz” Bölümünü okuyucularımla paylaşmak istedim.)
AYDIN PARTİCİLİĞİ - 01/06/2022
[ Bilirsiniz bizim kültürümüzün bir parçası olan sözlü halk edebiyatımızda Hz. Süleyman, “Kuş dili bilen,” olarak anlatılır. Hz. Süleyman ile kanadı kırık bir kuş arasında geçtiği söylenen öykü, “İnsanlar ders alsınlar,” diye tekrarlanır, kuşaklar bo
 Devamı
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028