Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi68
Bugün Toplam324
Toplam Ziyaret1823014
M. Demirel Babacanoğlu
karaisalihaber@hotmail.com
BAĞIMIZDA BİR ZAMANLAR (öykü)
17/12/2019

Mavişli Deresi, bahar geldi mi berrak suyu ile akar gider Bozpınar Deresine doğru. Yamaçları pıynar, cilpirti, kesme, murt, karaçalı, püren, azgan, çam gibi maki cinsi çalılarla doludur. Dallarında, arap bülbülü, sarı bülbül, alakabak, karatavuk, serçe, üzüm kuşu, kuyruk kaldıran, cinkuş gezinir… Yuvalarını yaparlar yavrularını çıkarırlar. Aşk, sevgi,  komşu ötüşü gibi ötüşlerle geçirirler günlerini… Arada bir koro halinde ötüşürler. Birbirlerine saygıları büyüktür. Birinin ötüşü bitmeden diğeri ötüşe başlamaz.


Yem kaygıları yoktur. Her yerde, her çalıda, her ağaçta, her otta yiyecek tohum, böcek, meyve bulurlar, yerler. Üzümler, meyveler yetişti mi bayram ederler. O zaman yavruları da uçmaya başlar. Uçma eğitimi verir ana babaları…


Bizim böyle bir yerde bağımız vardı. Şubat ayında budamasını yapardık, sonra da kazardık toprağını. Omcalarını temizler. “Gıfır” denilen başı toplu iğne gibi siyah böcekler asmaların yapraklarını yerler, çürütürlerdi. Bunlara karşı iki ilacımız vardı. Biri göktaşı, (bakır sülfat) diğeri toz kükürttü. Göktaşını suda eritir süpürge ile her asmanın üzerine serperdik. Kükürt tozunu ise teliz denilen torbanın içine koyar, asmaların üzerine çırpardık.


Başka da bir tarım ilacı kullanmazdık. Günümüzde o kadar çok çeşidi çıktı ki tarım ilacının, insana, toprağa, bitkilere, yaban hayvanlarına zarar verir olduk. Hastalıkların sayısı arttı. Doru dürüst ürün alınmaz oldu. Ölümcül hastalıkları bile sardı başımıza… Ne üzümün, ne almanın, ne armudun tadı  kaldı? Yavaş yavaş zehirleniyor canlılar.


Üzümlerimiz yetişmişti, sarı sarı dallarından sarkıyordu. O güzelim kuşlar bayılıyordu üzümleri yemeye. Bizimle ortaktılar… Biz de hiçbir şey demiyorduk kuşlara… Bu bir gelenekti. Meyve olsun, ekin olsun, üzüm olsun, ne ürün olursa olsun, biri toprağa, biri kuşa, biri bize derdik. Herkes kendi payına düşünden mutlu olurdu… Şimdi kuşlar terk etti bağları bahçeleri… Şehire indiler. Hiç değilse şehirde avlayan, vuran öldüren yok. Üstelik bir de yem veriyorlar meydanlarda…


Üzümlerimiz olgunlaşmıştı. Sabah erkenden ya da akşam serinliğinde bağa giderdik… Elimizde “kollu” dediğimiz sepetlere  ballı üzümlerden keser doldurur, eve getirir, yemeklerden sonra yerdik. Kehribar gibi sarı, tadı damağa işleyen üzümlerdi bunlar; yemesine doyulmazdı…


Temmuz geldi mi havalar iyiden iyiye sıcaklaşırdı. Ağustos sonlarına doğru daha da beter olurdu. Yaprak kımıldamazdı. Ancak sabahları ya da akşam üzeri biraz serinlik basardı. Kuşlar hareket etmekte, oraya buraya uçmakta güçlük çekerdi. Bu sıcaklar meyveleri iyice olgunlaştırır dalından düşme derecesine getirirdi. O zaman bağ sahipleri bağlarına giderler, meyvelerini toplarlar, üzümlerini keserler, pekmez kaynatmaya hazırlanırlardı. Bu işlem temmuz başından ağustos sonuna dek sürerdi.


Artık bağa gitmek, orada hayma kurmak, evcik yapmak, üzüm kesmek, pekmez kaynatmak zamanı gelmiştir.  Anam, babam, kardeşlerim sabah serinliğinde bağa gittik. Bağın giriş bölümündeki küçük alana, direk, değnek, kargı, dal, çalı çırpı, yaprak kullanarak  bir çeşit gölgelik olan hayma yaptık. Yanına da eşyalarımızı koyacağımız evcik (baraka) kurduk.  Gündüzleri hayma altında gölgelenir, geceleri evcikte, ya da haymanın üstüne çıkar yatardık… Işıl ışıl olurdu yıldızlar, yıldızları sayardık. Paylaşırdık yıldızları kardeşlerimizle. Kayardı yıldızlar bir o yana bir bu yana. Kimin yıldızı çok kayarsa o kazanırdı yarışmayı. Yorulur, sonra da uykuya dalardık. Ne hoş ulurdu yıldızlar altında uyumak.


Sabah olunca işe koyulurduk.


Kapkacak, şırana, kazan yiyecek, içecek evcikte hazırdı. Evciğin önüne yükselti yapıp şıranayı koyduk. On beş yirmi santim derinliğinde iki metre uzunluğunda, yeteri genişlikte bir hendek kazdık. Kazanları üzerine yerleştirdik. Çalılıklardan topladığımız kuru odunları  yığdık kazanın yanına.


Sıra üzümleri kesmeye gelmişti. Hep birlikte kesiyor, sepetlere dolduruyor, getiriyorduk evciğe. “Astar” denilen  gözenekli bezden yapılmış  torbaya dolduruyor, ağzını bağlayıp, şıranaya yerleştiriyorduk. Babam ayaklarını yıkıyor, tepeliyordu üzüm torbasını. Suyu çıkıyordu üzümün, şırananın oluğundan büyük leğene dökülüyordu.  Leğende biriken üzüm sularını, gözenekli bez torbadan süzüyor, kazanlara döküyorduk,. Kazanın yanındaki odunları kazanın altına atıyor, ateşliyorduk… Ateş yanıyordu harıl. Pekmez kaynıyordu. Anam elindeki saplı ile (Büyük kepçe) kaynayan pekmezi karıştırıyor, taşmasını önlüyordu. Kıvamına gelince tadına bakıyorduk…


Artık pekmez olgunlaşmış, kıvamına gelmiş pişmişti. Yayvan kaplara koyup güneşe seriyorduk. Dört beş gün güneş altında kalan pekmez  içindeki sulardan iyice arınmış olurdu. Yine anam, babam tadına bakardı, biz de bakardık Olmuş onayımız alınınca pekmez yeşil cerelere konur, eve götürülür, kışı için saklanılırdı. Kışın sahanlara kor, fincanlara kor içerdik. Bir fincan pekmez içtik mi hiç soğuk geçmezdi bize. Grip şu bu bilmezdik.


 

 



761 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

ATATÜRK ÖLDÜ MÜ - 09/11/2024
Yazan: M. Demirel Babacanoğlu
GEÇMİŞTEKİ BEN…/ Öykü - 24/10/2024
GEÇMİŞTEKİ BEN…/ Öykü
OKULLARDA TEMİZLİK - 19/10/2024
OKULLARDA TEMİZLİK
CEM SULTAN - 09/10/2024
CEM SULTAN
UYKUSUZLUK ÖYKÜSÜ - 06/10/2024
UYKUSUZLUK ÖYKÜSÜ
YAŞAM BU BUDEĞİL Mİ - 05/08/2024
YAŞAM BU BU DEĞİL Mİ
ÜZÜM VE YARARLARI - 29/07/2024
ÜZÜM VE YARARLARI
İNSANLIK SAVAŞLA DENENMEZ - 20/07/2024
İNSANLIK SAVAŞLA DENENMEZ
MADIMAK - 03/07/2024
MADIMAK
 Devamı
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028