Halil Atılgan
incirgedigi@gmail.com
ÇÖL YEMEN’DE CAN VERENLER - BİRİ MEMET BİRİ MEMİŞ
28/06/2020
Yemen: Arap Yarımadasının Güneybatı köşesinde olup, mutluluk anlamına gelen bir sıfatla nitelendirilir. Fakat bu sözcük Türkler için geçerli değildir. Türklerde Yemen denilince mutluluktan ziyade akla hüzün gelir, gözyaşı gelir. Gidip de dönemeyenlerin arkasından yakılan ağıtlar gelir. Yemen bizim için anaların döktüğü gözyaşıdır. Yemen üstüne yakılan ağıtlar toplumsal ağıtlar grubu içerisindedir. Bu ağıtların yakılış tarihleri hayli eski olmasına rağmen özelliğinden, güzelliğinden ve tazeliğinden hiç bir şey kaybetmemiş, yakılan ağıtlar türküleşerek bizlere ulaşmıştır. Maalesef yakılan ağıtların çoğu hep söz de kalmış, sadece türküleşenler bize ulaşmış, geçmişle gelecek arasında önemli bir köprü olarak da kayıtlara geçmiştir. Yemen ağıtlarına geçmeden önce, ağıtların yakılmasına vesile olan Osmanlı ile Yemen ilişkilerini kısaca değinmek gerek: Osmanlıların Yemen ile ilk ilgilendikleri tarih, 1530´lu yıllarda başlar. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti, İstanbul’dan Yemen´e üst düzeyde görevliler göndererek, hem kendisi, hem de bölge için güvenli bir yönetim kurma gayreti ve çabası içerisine girer. İkili ilişkilerin çok sıcak geliştiği bu dönemde, Yemen idarecilerinin Osmanlı Devletine son derece bağlı olduğu bilinmektedir. Sonraki tarihlerde bu politikalarda bazı değişiklikler olmuşsa da, genel hatlarıyla Yemen´in Osmanlı yönetimi altında bulunması, kaçınılmaz bir hal almıştır. Çünkü başta Portekizliler olmak üzere diğer Batılı devletlerin emelleri ortaya çıkmış, Yemen´i de içine alan İslâm coğrafyasının güvenliği tehdit edilir olmuş. Bu çerçevede, Osmanlıların Yemen’e sahip çıkmalarının temel sebeplerinden biri: Müslümanların kıblesinin bulunduğu Mekke ve çevresini yabancılardan korumak, suikast ve saldırılara karşı korumaktır. İşte Osmanlının gidip de dönüşü olmayan Yemen’e sahip çıkmasının birinci derecedeki amacı kutsal toprakları yabancılardan korumaktır. Arada bazı kesintiler olmakla birlikte Yemen 400 sene kadar Osmanlı idaresi altında kaldı. Sosyal, kabilevî, mezhebî ve coğrafî yapısı nedeniyle idaresi çok zor bir ülkeydi. Asayiş, emniyet ve huzuru sağlamak için yüzbinlerce Osmanlı askeri bu topraklarda can verdi. Bu yüzden Yemen dağlarının, vadilerinin, sırtlarının, çöllerinin her bir noktasında hatıramız kaldı. Yemen'in en ıssız, en vahşi kenarlarında bile binlerce şehidimiz yatıyor. Kuzey Yemen’de Zeydîlerden başka Hudeyde ve San'a arasındaki Haraz Dağı’nda Şiî ve İsmailî kabileler bulunmaktaydı. İsmailîlerin Yemen'deki bu kolu, Attara Kalesini üs edinmiş geleni gideni haraca bağlamıştı. Öte yandan Yemen'de Şafiî-Sünni topluluklar da yaşıyordu. San'a ve Sa'da şehirlerindeki halkın çoğunluğu Hanefî mezhebindendi. Yemen, hâkimiyetimizin altında olduğu 400 senelik dönemde Osmanlı Devletine en fazla isyan eden ve bu yüzden de defalarca yeniden fethedilen bir bölge olmuştu. 19. Yüzyıla kadar bölgenin idaresi fiili anlamda Osmanlı Devletinin elinden çıkmıştı. Osmanlı’nın Yemen üstüne ikinci kez yoğunlaşması 19. Yüzyıl ortalarından itibaren özellikle bölgede artan İngiliz ilgisinin de etkisiyle gerçekleşti. İngilizlerin Aden’i 1839’da ele geçirmesinin ardından Osmanlı idarecileri bölgenin güvenliğini sağlamak için harekete geçtiler. Gazi Ahmet Muhtar Paşa askeri güçle bölgeyi tekrar Osmanlı hâkimiyetine bağlamayı başardı. Aralık 1870’de Gazi Ahmet Muhtar Paşa Yemen’de askeri kuvvet kumandanı ve ardından vali olarak görev yaptığı dönemde San’a merkezli bir Yemen isyanı bastırıldı. Ardından da Yemen, Osmanlı’nın bir vilayeti haline getirilerek askerî ve idari açıdan teşkilatlandırıldı. Osmanlı, Yemen’de görev yapacak memurların, halkla olan ilişkilerinde yaşanan aksaklıkları gidermek için, bazı önlemler aldı. Arapça bilen memurlar göndererek bazı düzenlemeler yaptı. Alınan önlemlere rağmen 1889 ve 1895 yılları arasında zorluklarla bastırılan isyanlar başladı. 1902’de İmam Hamidüddin’in başlattığı isyan Ahmet Fevzi Paşa’nın 15 Temmuz - 1 Eylül 1905 tarihleri arasında yürüttüğü harekâtla, kabile reisleri bertaraf edilerek başlatılan isyan bastırıldı. Yemen'e Çukurova'dan giden iki kahramanı var. Memet’le Memiş. Memet Emine bacının oğlu. O ünlü Yemen ağıtının kahramanı. Mehmet anasından ayrılırken: Aman ana canım ana / Sütün emdim kana kana / Ben Yemen’e gidiyorum / Helal eyle sütün bana der ve yürür. Bir daha arkasına bakmaz. Gidiş o gidiştir. Bir daha da geri dönmez. Emine bacı ağlaya ağlaya gözden, dövüne dizden olur. Ağıt yakar. Zaten yapacağı başka bir işte yoktur. Çaresizdir. Yürek yanar. Yangın yürek acısını, ağıtlara döker. Giden bir değil, iki değil, beş değil bindir. Onlardan biri Memet biri de Memiş’tir. Emine Bacı: “O gittiği yerin ne olduğunu benden daha iyi biliyor. Dedesi gitti gelmedi, babası gitti dönmedi, emmisi gitti sesi çıkmadı, gidip dönmeyen yerlere gitmenin ne olduğunu anlamayacak çağda değildi... Onun niyeti kötüydü, çöle gidip Arap’la boğuşacağıma, dağa çekilir kendi ilimin, kurduna kuşuna yem olurum diyordu... Ona git oğlum, Tanrı kerimdir, dedim. Kaçak anası olmayı bana yakıştırır mısın? Günü gelen ölür... Sen çok tazesin, ecel senin gibi çiçeklere dokunmaya utanır... dedim. O öyle bir yüzüme baktı ki içimden bir iğne geçti sandım. ‘Korkma ana, ben soyumuza kir getirmem. Yalnız Tanrı’nın Yemen´deki kuyusu çok derin olacak ki giden düşüp kalıyor’ dedi. O sabah asker, çadırını yıkmış, katırlarını yükletmiş istasyona doğru yürüyüşe geçmişti[2]. Askerin önünde bir muzika yürüyordu, iriyarı kara sakallı bir asker alayın önünde kırmızı meşin kılıf içindeki bayrağı taşıyordu. Kalın, boğucu bir toz bulutu içinde yürüyen askerlerin yanında başı açık, çıplak ayaklı çocuklar, çarşaflarını omuzlarından geriye atmış değneğine dayana dayana yürüyen ihtiyar kadınlar, gözlerinin yaşlarını örtülerinin kenarlarına silen genç gelinler de hızlı hızlı yürüyorlardı. Bunları seyreden çok kamburlaşmış bir ihtiyarın kulağına bir çocuk bağırıyor: — Yemen´e gidiyorlar... Baba... Yemen´e... İstasyonun küçük bir çinko saçağı altında, dut ağaçlarının diplerinde karışık bir kalabalık bir dala asılmış arı hevengi gibi kaynaşıp uğulduyor. Değneklerini yere vura vura ´sebil, sebil´ diye bağrışan kör dilenciler kırık testilerden su dağıtıyorlardı. Ey gaziler! Yol göründü gene garip serime... Lokomotif vagonları zorlukla çekiyordu, bir avuç içi kadar duvar gölgesine, saçak altlarına sığınanlar birbirlerine karıştılar, tıklım tıklım vagonları dolduran askerler bir ağızdan Yemen türküsü söylüyorlardı. Emine bacının eteklerine sıkı sıkıya yapışmıştım. Ortalık bir ana baba günü olmuştu. Üzerimize kalın bir toz bulutu çökmüştü. Vagonlar seçilemez bir hayal gibi süzülüp geçiyorlardı. Lokomotif sanki bir canavardı, korkusu dağ gibi yürekleri ezen bir cehenneme doğru, binlerce insanı, ana, kucağından, yavuklu kucağından çivi söker gibi çekip götürüyordu... Dizini döven, kanını içine akıtan bu kalabalık gidenlerin arkasından uğunuyor. Emine bacı bir yandan söylüyor, bir yandan terden, tozdan yüzüme yapışmış saçlarımı okşuyor, beni; biraz önce Memed’ine yaptığı gibi bağrına basıyordu... Gara çadır is mi dutar Kutlu kumaş kirlenirse Başta püskül pullanırsa Ya kimlere baba desin Küçük bebek dillenirse Günden yana soldu m'ola Getme Yemen’e Yemen’e Tren artık kıvrıntıyı dönmüştü. Biteviye çalan lokomotifin düdüğü kısılmış, sesler gittikçe kayboluyor, silikleşiyor, sona ermiş bir nefes takatsizliği içinde her şey yorgun cansız düşüyordu. Yemen türküsünün son yangıları kulaklarda bir çınıltı gibi inceliyordu. Kimde ağlayacak can, hangi gözde yaş kalmıştı? Korkunç bir gök gürültüsünden sonra bulutlarla hızla yere dökülen iri damlalara benzeyen gözyaşları artık kurumuştu. Yağmur sonu selleri gibi insanlar sokaklarda akışıyorlar. Aylar'dan sonra Yemen’den Emine bacıya oğlu Mehmet'ten 1319, yani 1901 yılında yazılmış bir mektup gelir. Mektup: 1935 yılında Ülkü Dergisinin Eylül sayısında Ferit Celal Güven imzasıyla yayınlanan Yemen Türküsü adlı yazıdan alınmıştır. Aynen aktarıyorum[3]. ‘Ana: Bir buçuk iki aydır iskeleden iskeleye uğraya uğraya birçok şehirler ve denizler geçtik. Sonunda Yemen denilen yere geldik. Sıcağı gelin de bura da görün. Elime mendil sarmadan martinin namlusunu tutamıyorum. Bir asker on dakikadan fazla nöbet bekleyemiyor. Yere düşüp bayılmadık kimse yok. Burada bir yudum duru su, altından daha pahalı… Rüzgâr bile kaynar su gibi nereye dokunsa haşlıyor. Araplar askerlerin kanını şerbet sanıyor. Bizim köyün yarısı yollarda hastalanıp kaldılar. İçimizden ölen de yok değil. Kimse duymasın ya !... Fatma gelinin de kocası ölenler arasında. Gece nöbet beklerken zavallının karnını Arap, hançeriyle açıvermiş. Canımızı kadere bağladık ana. Yarın erkenden Cebel denilen kuru, katı dikenli, kumluk, taşlık bir yere gideceğiz. Araplar gene başkaldırmışlar. Ben yazıyı okuduktan sonra kendimde yörenin, o toprakların[8] insanı olarak Emine bacının köyünü bulmak için kolları sıvadım. Önce Adana’nın Karaisalı ilçesine bağlı Çakıt Çayı’nın kenarındaki köyleri düşündüm. İlk köy kanyona adını veren Kapıkaya ( Kökaraplar ) sonra Hacıaraplar, Kocaveliler, Salbaş ve Memişli. Memişli köyü sınırları içinde de nehir göle kavuşuyor. ğim için bu köylerin olamayacağını düşündüm. Onun için de Kocaveliler köyünden işe başlamaya karar verdim. Kendi köyümden Kocaveliler köyünü iyi tanıyan, oğlunun kayınbabasının Kacavelilerden olduğunu bildiğim halamın oğlu Arif Atar’la doğru Karaisalı’ya gittim. Karaisalı’da konuya ilgi duyan kütüphane memuru Yakup Uçar’ı da alarak Kocaveliler’e hareket ettik. Tarih 13 Ağustos 2019. Kocaveliler köyü Çakıt Çayı’nın kenarında. Çevrenin büyük köylerinden. Çakıt’ın nimetlerinden de en çok faydalanan köy. dimizden anlayacak kaynak kişilere götürdü. Kaynak kişiler meselinin ciddiyetini anlamalarına rağmen yardımcı olamadılar. Zira konuyla ilgili bilgileri yoktu. Aradan çok zaman geçmiş olması işimizi zorlaştırıyordu. Sonuçta el el de, baş başta… Kaynaklardan az da olsa bir ipucu yakalayamadık. Sevgili Süleyman Çağlayan’a başka bir günde araştırmaya devam edeceğimizi söyleyerek vedalaştık. Yakup Uçar’ı Karaisalı’ya bıraktıktan sonra biz de Arif Atar’la köye döndük.
ÖRNEK :1[14] ÖRNEK: 2
Gara çadır is mi dutar 2 Kutlu kumaş kirlenirse Başta püskül pullanırsa Ya kimlere baba desin Küçük bebek dillenirse 3 Günden yana soldu m'ola 4 Getme Yemen’e Yemen’e ÖRNEK: 3
1 Gara çadır is mi dutar 2 Getme Yemen’e Yemen’e Yemen sıcak dayanaman Tan borusu er vurur Sen küçüksün uyanaman 3 Yemen yolu çukurdandır Karavana bakırdandır Zenginimiz bedel verir Askerimiz fakirdendir 4 Tarlalarda biter kamış Uzar gider vermez yemiş Çöl Yemen'de can verenler Biri Memet biri Memiş TEŞEKKÜR Bu araştırmayı gerçekleştirirken yardımlarını esirgemeyen Memişli köyünden dostumuz Bekir Uysak’a, oğlu Ramazan Uysak’a, Salbaş köyünden Süleyman Çağlayan’a, halam oğlu Arif Atar’a, Karaisalı’dan bize katılan Yakup Uçar’a, Memişli köyü muhtarı Ramazan Altıntop’a, köy sakinlerinden Mustafa Altıntop’a, Kocaveliler köyünden Ahmet Koca’ya, bacım Gülay Akçam’a Emine bacının oğlu Celal Buturak’a çok teşekkür ediyorum. Sizlerin sayesinde bu araştırma gerçekleşti. Bize güç verdiniz, cesaret verdiniz. Eğer bu araştırma sonunda attığımız taş yerini bulur, Memişli köyüne Yemen Şehitleri anısına bir anıt yapılırsa çok daha mutlu olurum. Saygılarımla. Dr. Halil Atılgan
ÖNEMLİ NOT: [1] Ferit Celal Güven: Yemen Türküsü, Ülkü Dergisi Eylül sayısı 1935. [2] Adana tren garı. [3]Ahmet Erdoğdu: Gidip de Dönemeyenlerin Hikâyesi: Adı Yemen’dir ( 1) Yani Adana Gazetesi- 5 -10. 2013. [4] Çakıt Çayı’nın kaynağı Niğde ili Ulukışla ilçesi sınırları içinde bulunan Toros Dağları’dır. Buradan çıkan su etraftaki derelerle birleşerek Şeker Pınarı’na ulaşır. Pozantı’nın içinden geçer Toros Dağları’nı yararak Adana ili Karaisalı ilçe sınırları içindeki Kapıkaya Kanyonunu oluşturduktan sonra ovaya ulaşır. Yörenin sulama ihtiyacını da gören Çakıt Çayı verimle topraklardan geçerek Seyhan Baraj Gölüne dökülür. Kapıkaya Kanyonu Karaisalı ilçe merkezine 5, Adana‘ya 72 km. dir. [5] 1935 yılında Halk Evlerinin çıkardığı Ülkü Dergisinin Eylül sayısında Ferit Celal Güven adıyla yayınlanan Yemen Türküsü adlı yazı. [6] Çamaşır yıkanan yer. [7] Yazar, Emine Bacıyı çocuk yaşta tınıyor ve ailesi Adana’da oturuyor. [8] Ben daha önce Karaisalı’ya bağlı olan, 1993 yılında Mersin ilinin Tarsus ilçesine bağlanan İncirgediği köyündenim. Yazıda adı geçen Çakıt Nehri ( Çayı ) köyümüze takriben 7- 8 km uzaklıktadır. Onun için Çakıt Nehri kenarına kurulmuş olan köylerin hepsi tarafımızdan bilinir. [9]Bekir Uysak 15. 1. 1940 tarihinde Adana Memişli köyü doğumlu. Baba adı Mehmet - Ana adı Fatma. Zamanında Adana’da MHP’nin önde gelen isimlerindendi. 1994 - 1999 yerel seçimlerde MHP’nin Seyhan Belediye Başkanı adayı. Adana belediyesinden emekli. Halen Adana’da hayatını idame ettirmektedir. [10] Ahmet Erdoğdu’nun Gidip de Dönemeyenlerin Hikâyesi – Adı Yemen’dir başlıklı yazısından aldığımız pasaj ağıtın Emine bacı tarafından yakıldığının önemli bir kanıtıdır. YEMEN OLAYLARINDA ADANA VE ÇEVRESİNİN ROLÜ Yemen olayları sırasında sık sık isyanlar çıkmaktadır. Bu isyanların ana nedeni Hz. Ali´nin torunlarından geldiklerini ileri süren Müslümanların Zeydi tarikatına dayanan halkın Osmanlı halifesini değil, kendi imamlarını halife olarak kabul etmeleridir. Bu isyanları bastırmak için Osmanlı İmparatorluğu devamlı surette Yemen´e asker göndermiştir. Adana´nın buradaki önemi ise; gerek iklim özellikleri itibariyle gerekse Osmanlı İmparatorluğu´nun Karadeniz ve diğer uzak bölgelerine göre Yemen´e olan yakınlığıdır. Karadeniz´den Yemen´e gitmek üzere yola çıkartılan bir gemi, Süveyş Kanalı´nda beklemezse bir ayda, İskenderun’dan çıkan bir gemi ise 12-13 günde Yemen´in Hudeyde Limanına ulaşmaktadır. Bu nedenle tercih, Adana ve çevresi olmaktadır. Yemen´e gönderilen Adana Redif Tugayı, oradaki görevini tamamladıktan sonra döner. Aradan üç-dört sene geçince yeni bir isyanda başvurulacak adres yine Adana Redif Tugayıdır. Adana Tugayı içinde Mağara, Feke, Kozan, Misis gibi taburlar da bulunmaktadır. [11] Avcı kekliği vurur. Keklik sadece kanattan saçma aldığı için bir kanadı kırıktır. Başka bir yerinde yarası yoktur. Sağlamdır. Sadece uçamaz. Ama müthiş kaçar. Yakalanmamak için tüm gayretini gösterir. Av köpeği olmaz isi kanadı kırılan keklik çok zor çantaya girer. Avcı vurduğu kekliği çantaya koymak için döne döne arar. Çoğu kez bulamaz. Ama bir de bulursa dünyalar onun olur. Bu sevinci avcı olmayanlar bilemez. Tahmin de edemez. Onu yaşamak gerekir. [12] Yusuf Ziya Demirci, Seçme Köy Türküleri, Burhanettin Matbaası İstanbul 1938. [13] Esas adı Emine ( Buturak) olmasına rağmen köyde Emiş Bacı olarak biliniyor. [14] Bu ağıt Ahmet Gazi Ayhan’ın okuduğu taş plaktan Ümit Bekizağa tarafından notası yazılmış, bu kayıtla da TRT repertuvarına girmiştir. [15]Türkünün notası Adanalı Hakkı Efendi’nin taş plak kayıtlarından yazıldı. Hakkı Efendi ağıtı uzun hava gibi (serbest) okumuş. Fakat ezgi uzun hava kalıbına oturmuyor. Yarı serbest, yarı ölçülü… Ben ağıtın notasını 8 / 8’lik ölçü kalıbına sığdırarak yazdım. Ayrıca önemli bir tespit… Ağıttaki III. dörtlük (Boldla yazılan) Emine bacının Mehmet Yemen’e giderken söylediği dörtlüklerden çok farklı bir içeriğe sahip. O dörtlük Emine bacı tarafından Mehmet’in Yemen’de öldüğünü düşünerek söylediği dörtlüklerden biri olmalı. | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Yorumlar | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Yazarın diğer yazıları | ||||||||||||||||||||||||||||||||
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] - 17/01/2024 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] | ||||||||||||||||||||||||||||||||
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! - 02/10/2022 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Bunca âşıkların bir hoşu Mahzuni…"İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM " - 19/05/2020 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
1940 yılında Kahraman Maraş'ın Elbistan ilçesinin Berçenek köyünde doğdu. (Dostları onun 1938 yılında doğduğunu ifade etmektedirler.) | ||||||||||||||||||||||||||||||||
ONU AZRAİL APARDI… - 24/04/2020 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Yallah şoför yallah apar beni / Kerkük’e tez yetir beni. | ||||||||||||||||||||||||||||||||
BU TOPRAĞIN TÜRKÜLERİ - 12/04/2020 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Bu toprağın türküleri gönlümüze ferman, yüreğimize derman olmuş. | ||||||||||||||||||||||||||||||||
ÇUKUROVA'DA KARACAOĞLAN ÇIĞIRMAK - 31/03/2020 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Çukurova'yı; Mersin-İskenderun sahil şeridinden, Güneydoğu Toroslar'ın eteklerine | ||||||||||||||||||||||||||||||||
BİR OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM… - 15/03/2020 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Ben türkülere, Çukurova’ya, Toros dağlarına sevdalıyım. Sevdam: Anamın beni tarlada doğurmasından, sekiz yaşına kadar ayakkabıyı tanımayışımdan, yufka ekmeği fırın | ||||||||||||||||||||||||||||||||
“Sokrat Okuyan Köylüler” - 16/02/2018 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
BEN ÇOK DUYGULANDIM. SİZİ BİLMEM. SELAMLARIMLA. | ||||||||||||||||||||||||||||||||
ÜÇ ÜNLÜ TÜRKÜ VE ÂŞIK HÜSEYİN ( 1 ) - 09/01/2017 | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Âşık Hüseyin türküleri kadar ünlü olmayan ozanlarımızdan biri… | ||||||||||||||||||||||||||||||||
Devamı | ||||||||||||||||||||||||||||||||