konuk yazar
k.yazar@hotmail.com
SER VERİP SIR VERMEYEN YİĞİT İBRAHİM KAYPAKKAYA
14/02/2021
Yıl, 1963… Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu 1. sınıf öğrencisiyim. İlk yarı yıl tatilinden döneli iki ya da üç hafta olmuştu. Bir pazar günüydü. Okulun genel ses düzeneğinden, sinema salonunda Kültür ve Edebiyat Kolu’nun bir etkinliği olarak, Türk Dili üzerine konferans düzenlendiği, tüm öğrencilerin ve öğretmenlerin sinema salonundaki bu etkinliğe çağrılı oldukları duyuruluyordu. Çağrıya uyarak arkadaşlarımla birlikte ben de
gittim.
Salon tam anlamıyla dolmuştu. Sahnede yalnız bir masa ve önünde mikrofon
bulunuyordu. Masanın arkasında sandalye bile yoktu. Ön sıralar, öğretmenler ve Ankara’dan gelen konuklara ayrılmıştı.
Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanı kısa bir konuşma yaptı. Sahnenin arkasından izci grubunda
bize başkanlık eden, tanıdığım yakışıklı,
hep güler yüzlü, sevimli İbrahim Âbi
geldi. (Okulun geleneğine göre, bir alt
sınıf öğrencisi, üst sınıftakilere âbi derdi.) Üçüncü sınıf öğrencisiydi. Yani
ortaokul üçüncü sınıftaki bir öğrenciyi düşünün. Elinde yazılı bir metin bile
yoktu. Ayakta TÜRK DİLİ ÜZERİNE, anımsadığım kadariyle bir saatin üzerinde
konuştu. Bu kadar bilgiyi belleğine nasıl sığdırdığını hâlâ anlamış değilim. Konuşmasını
bitirdiken sonra karşılıklı soru yanıt bölümünde, Ahmet Rıza Tükel öğretmenimiz ile konuklardan birkaç kişi sorular
sordular. Hatta öyle oldu ki, yarım saat kadar sahnede İbrahim Kaypakkaya ile önde oturanlar arasında karşılıklı
konuşmalar devam etti. Tüm soruları öz güvenle yanıtladı âbimiz. Doğru
yanıtlandığını, soru soran kişilerin teşekkür etmesinden anlıyordum. Birinci
sınıf öğrencileri olarak anlatılan konular, bizim düzeyimizin çok üzerindeydi. Sonuç olarak;
ortaokul düzeyinde bir öğrencinin kendisinden daha deneyimli hem de edebiyat
öğretmenleri ve çağrılı olan konuklara ders anlatırcasına Türk Dili üzerine
uzunca bir süre, takılmadan konuşması, O’nun üstün bir zekâya ve
belleğe sahip olduğunun kanıtıydı. Kaypakkaya beşinci sınıfta iken, ben de üçüncü
sınıftaydım. O ders yılı sonunda bu değerli âbimiz, öğretmenler kurulunca Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderilmek
için seçildi. Âbimiz okuldan ayrılmadan önce, sınıf arkadaşı bir abiden dinlediğim bir
anısını, onca yıldır hiç unutmadım: Meslek Dersleri Öğretmeni Şenay Can’ın (ışıklarda
uyusun) tayini Ankara’ya
çıkmıştı. Yerine yeni atanan meslek dersleri öğretmeni sınıfa gelerek kendini
tanıtır. Öğrencilerle de tanıştıktan
sonra; “Arkadaşlar şimdiye kadar Şenay öğretmenle hangi konuları işlemiştiniz,
şimdi nereden başlayacağız? Sınıftan anlatacak arkadaşınız var mı?”
diye sorar. Kaypakkaya el kaldırır.
Ders yılı başından itibaren, tüm konuları içerikleriyle eksiksiz anlatır.
Şenay öğretmen ile bulundukları derste işlenecek konuyla sözü bitiriyor. Yeni atanan öğretmen hayretle, “Bu kadarını hiç beklemiyordum. Bu sınıfta benim öğretmenliğim de
kolay olmayacak sanırım. Çok iyi hazırlanmam gerekecek.” der ve Kaypakkaya’yı kutlar 5. sınıflarda
ders sayısı toplamı 17 ve en yüksek not 10’du. Kaypakkaya 170 not ortalaması ile İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na gider. “Yaşasın, tam bağımsz Türkiye! Kahrolsun
emperyalizm!” diye
seslerini yükseltmişler; ABD’nin savaş gemisi 6. Filo’nun limanlarımızda demirlemesini protesto etmişlerdi. Ne
yazık ki, Deniz Gezmiş ve arkadaşları insafsızca asılırken, Kaypakkaya
da hunharca öldürüldü.
Acı olan şudur ki, İbrahim
Kaypakkaya bir öğretmen tarafından ihbar edilerek yakalandı. Dünyanın en
acımasız işkencelerini yaşadı. Sonuçta parçalanmış cesedini intihar etti; diye
babasına teslim ettiler. Cesedi Diyarbakır Otogarı’na götürmek için bir
hamal tutar babası. Hamal, çuval içindekinin ne olduğunu sormadan
“5 liranı alırım” deyince
babası kabul eder. Otogara varınca
hamal, “Ne var bu çuvalın içinde?” diye sorar. Baba Ali Kaypakkaya’dan, “Öğrenciydi; işkence ile
öldürdüler; benim oğlumdu” cevabını alan hamal, “Para mara almıyorum; helal
olsun.” deyip ağlayarak hızla uzaklaşır. O günden bugüne, “Ser
verip sır vermeyen yiğit “ olarak anılır Kaypakkaya. Pekiyi, O’nu
ihbar edeni kim biliyor, kim tanıyor? Bilenler,
tanıyanlar ne diye anıyorlar; acaba onu şimdi? 6.Filoyu kıble
yapanlar ne oldu dersiniz? Bir eli yağda,
bir eli balda onların; öyle mi? Sanmayın ki, bu
hep böyle devam eder. Gün doğmadan
neler doğar, neler!.. ------------------------------------------------------------------------------ |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
BELEMEDİK’E TARİHİ ANZAK AÇILIMI FIRSATI - 09/02/2021 |
Büyükelçi Hasan Sevilir Aşan/Yeni Adana Gazetesi Yazarı |
YAYLADAN İNERKEN BİR GÜZEL GÖRDÜM - 06/02/2021 |
ALİ UYSAL |
YAYLADAN İNERKEN BİR GÜZEL GÖRDÜM - 06/02/2021 |
ALİ UYSAL |
PİPETİ BEN BULDUM - 16/01/2021 |
4 ya da 5 yaşımda olduğum yıllardı. Akova’nın Karamelik ( Kara millik) semtinde keçi evimiz vardı. Yörük’te tarımla hayvancılık atbaşı yarış halindeydi. |