Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi201
Bugün Toplam1134
Toplam Ziyaret1823824
konuk yazar
k.yazar@hotmail.com
SER VERİP SIR VERMEYEN YİĞİT İBRAHİM KAYPAKKAYA
14/02/2021

               Osman Yücel, Emekli Öğretmen

 Yıl, 1963… Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu 1. sınıf öğrencisiyim. İlk yarı yıl tatilinden döneli iki ya da üç hafta olmuştu. Bir pazar günüydü. Okulun genel ses düzeneğinden, sinema salonunda Kültür ve Edebiyat Kolu’nun bir etkinliği olarak, Türk Dili üzerine  konferans düzenlendiği, tüm öğrencilerin ve öğretmenlerin  sinema salonundaki bu etkinliğe  çağrılı oldukları duyuruluyordu.

 Çağrıya uyarak arkadaşlarımla birlikte ben de gittim.

  Salon tam anlamıyla dolmuştu. Sahnede yalnız bir masa ve önünde mikrofon bulunuyordu. Masanın arkasında sandalye bile yoktu. Ön sıralar, öğretmenler ve Ankara’dan gelen konuklara ayrılmıştı. Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanı kısa bir konuşma yaptı.

            Sahnenin arkasından izci grubunda bize başkanlık eden,  tanıdığım yakışıklı, hep güler yüzlü, sevimli İbrahim Âbi geldi. (Okulun geleneğine göre, bir alt sınıf öğrencisi, üst sınıftakilere âbi derdi.)

            Üçüncü sınıf öğrencisiydi. Yani ortaokul üçüncü sınıftaki bir öğrenciyi düşünün. Elinde yazılı bir metin bile yoktu. Ayakta TÜRK DİLİ ÜZERİNE,  anımsadığım kadariyle bir saatin üzerinde konuştu. Bu kadar bilgiyi belleğine nasıl sığdırdığını hâlâ anlamış değilim.

Konuşmasını bitirdiken sonra karşılıklı soru yanıt bölümünde, Ahmet Rıza Tükel öğretmenimiz ile konuklardan birkaç kişi sorular sordular. Hatta öyle oldu ki, yarım saat kadar sahnede İbrahim Kaypakkaya ile önde oturanlar arasında karşılıklı konuşmalar devam etti. Tüm soruları öz güvenle yanıtladı âbimiz.

Doğru yanıtlandığını, soru soran kişilerin teşekkür etmesinden anlıyordum. Birinci sınıf öğrencileri olarak anlatılan konular, bizim düzeyimizin çok  üzerindeydi.

Sonuç olarak; ortaokul düzeyinde bir öğrencinin kendisinden daha deneyimli hem de edebiyat öğretmenleri ve çağrılı olan konuklara ders anlatırcasına Türk Dili üzerine uzunca bir süre, takılmadan konuşması, O’nun üstün bir zekâya  ve  belleğe sahip olduğunun kanıtıydı.

Kaypakkaya beşinci sınıfta iken, ben de üçüncü sınıftaydım. O ders yılı sonunda bu değerli âbimiz, öğretmenler kurulunca Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderilmek için seçildi.

Âbimiz okuldan ayrılmadan önce,  sınıf arkadaşı bir abiden dinlediğim bir anısını, onca yıldır hiç unutmadım:

Meslek Dersleri Öğretmeni Şenay Can’ın (ışıklarda uyusun) tayini Ankara’ya çıkmıştı. Yerine yeni atanan meslek dersleri öğretmeni sınıfa gelerek kendini tanıtır. Öğrencilerle de  tanıştıktan sonra; “Arkadaşlar şimdiye kadar Şenay öğretmenle hangi konuları işlemiştiniz, şimdi nereden başlayacağız? Sınıftan anlatacak arkadaşınız var mı?” diye sorar. Kaypakkaya el kaldırır. Ders yılı başından itibaren, tüm konuları içerikleriyle eksiksiz anlatır.  Şenay öğretmen ile bulundukları derste işlenecek konuyla sözü bitiriyor.

Yeni atanan öğretmen hayretle, “Bu kadarını hiç beklemiyordum. Bu sınıfta benim öğretmenliğim de kolay olmayacak sanırım. Çok iyi hazırlanmam gerekecek.” der ve Kaypakkaya’yı kutlar

 5. sınıflarda ders sayısı toplamı 17 ve en yüksek not 10’du. Kaypakkaya 170 not ortalaması ile İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na gider.

 İşte kendisini tanımak ve aynı okulda okumaktan onur duyduğum İbrahim Kaypakkaya, o dönemin devrimci ve yurtsever öğrenci liderlerinden yalnızca biridir. İnanıyorum ki onlar, ülkemizi hepimizden daha çok seviyorlardı. Tek suçları buydu!

 “Yaşasın, tam bağımsz Türkiye! Kahrolsun emperyalizm!” diye seslerini yükseltmişler; ABD’nin savaş gemisi 6. Filo’nun limanlarımızda demirlemesini protesto etmişlerdi. Ne yazık ki, Deniz Gezmiş ve arkadaşları insafsızca asılırken, Kaypakkaya da hunharca öldürüldü.

 

              Acı olan şudur ki, İbrahim Kaypakkaya bir öğretmen tarafından ihbar edilerek yakalandı. Dünyanın en acımasız işkencelerini yaşadı. Sonuçta parçalanmış cesedini intihar etti; diye babasına teslim ettiler.

 Cesedi Diyarbakır Otogarı’na götürmek için bir hamal tutar babası. Hamal, çuval içindekinin ne olduğunu  sormadan  “5 liranı alırım” deyince babası kabul eder.

Otogara varınca hamal, “Ne var bu çuvalın içinde?” diye sorar. Baba Ali Kaypakkaya’dan, “Öğrenciydi; işkence ile öldürdüler; benim oğlumdu” cevabını alan hamal, “Para mara almıyorum; helal olsun.” deyip ağlayarak hızla uzaklaşır.

O günden bugüne, “Ser verip sır vermeyen yiğit “ olarak anılır Kaypakkaya.

Pekiyi, O’nu ihbar edeni kim biliyor, kim tanıyor?

Bilenler, tanıyanlar ne diye anıyorlar; acaba onu şimdi?

6.Filoyu kıble yapanlar ne oldu dersiniz?

Bir eli yağda, bir eli balda onların; öyle mi?

Sanmayın ki, bu hep böyle devam eder.

Gün doğmadan neler doğar, neler!..

 

                                                                                 

06doruk06@gmail.com

 

------------------------------------------------------------------------------



1742 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

BELEMEDİK’E TARİHİ ANZAK AÇILIMI FIRSATI - 09/02/2021
Büyükelçi Hasan Sevilir Aşan/Yeni Adana Gazetesi Yazarı
YAYLADAN İNERKEN BİR GÜZEL GÖRDÜM - 06/02/2021
ALİ UYSAL
YAYLADAN İNERKEN BİR GÜZEL GÖRDÜM - 06/02/2021
ALİ UYSAL
PİPETİ BEN BULDUM - 16/01/2021
4 ya da 5 yaşımda olduğum yıllardı. Akova’nın Karamelik ( Kara millik) semtinde keçi evimiz vardı. Yörük’te tarımla hayvancılık atbaşı yarış halindeydi.
AlışSatış
Dolar34.425434.5633
Euro36.250536.3957