Halil Atılgan
incirgedigi@gmail.com
KARACAOĞLAN’DA DİL
17/12/2012 Dil insanların anlaşmasında vasıta, kendi ölçüleri içinde yaşayan, gelişen canlı bir varlık, milletin ortak malı, toplumların kaynaşmasına vesile olan önemli bir kurumdur. İnsanların anlaşmasına aracılık eden, sosyal aktiviteyi sağlayan, hayatımızın her safhasında duyduğumuz önemli bir ihtiyaçtır. Anlaşmanın ise en değerli organıdır. Çarşıda, pazarda, okulda, otobüste, arabada, iş yerinde, alış verişte, pazarlık yapmada onunla beraber oluruz. O doğduğumuz günden itibaren bizi karşılayan, hayatımızın da parçası olan bir canlıdır. Dil insan benliğinin ayrılmayan önemli parçalarından biridir. İnsan duygu ve düşüncesini, aşkını gurbetini, sevgilisine sitemini, başından geçen olayları, yüreğine sığmayan duygularını ancak dille anlatır, aktarır. “Dil ile düşünce iç içedir. Dilin gelişmesi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Dil: insanın düşünmesini sağlayan sosyal ve milli bir varlıktır. Doğrudan milleti ilgilendirir. Toplumların düşünce hazinesinin temelidir. Milletleri ayakta tutan, birbirine bağlanmasını sağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren bir hazinedir”.
Ünlü düşünür Konfüçyüs’e sorarlar.
—Devlette
sizi yetkili kılsalar önce işe nereden başlarsınız? —Dilden
başlarım.
—Pekiyi
ekonomi, yol, yeni yatırımlar yok mu?
—Dili olmayan bir devletin yolu da olmaz,
ekonomisi de olmaz cevabını
verir.
Evet dili olmayan devletin yolu da olmaz beli de olmaz. İşte bunu yıllar önce tespit eden ünlü ozan Karacaoğlan da Konfüçyüs gibi düşünmüş. Onun için de dil konusunda olanca hassasiyeti göstermiştir.
Karacaoğlan hayranı Sıtkı Soylu
Adana Valiliği ile Çukurova Üniversitesinin müştereken düzenlediği II. Karacaoğlan
ve Halk Kültürü Bilgi Şöleninde sunduğu (20–24 Kasım 1991) Karacaoğlan Şiirlerinin Etkinlik
ve Kalıcılığının Sırları adlı bildirisinde onun dil konusundaki hassasiyetini
şöyle dile getirmiş. “Toros’ların
doğusunda, batısında, İç Anadolu’dan Akdeniz sahillerini kucaklayan geniş bir
alanda yaşayan aşiret, Yörük Türkmen Boylarının kendi kültür yapıları içinde
özümseyerek geliştirdiği dilin bütün özelliklerini Karacaoğlan şiirlerinde
bulmak mümkündür. Güney bölgemizde yaşayan aşiretlerin köylü ve Yörüklerin
Karacaoğlan’ı böylesine sahiplenmesinin önemli nedenlerinden birisi işte bu dil
özelliğinden kaynaklanır. Ve bundan dolayıdır ki Karacaoğlan’ın şiirlerinin
hemen tamamı halk belleğinden bu günlere ulaşmıştır. Kendi dilini, deyişini,
heyecanını böylesine ustalıkla yoğuran şaire Anadolu halkı şiirleriyle birlikte
bağrına basmış onda kendisini bulmuş ve Karacaoğlan’la Çukurova, Toroslar,
Gavur dağları adeta bir bütün olmuş ve özdeşleşmiştir” demektedir.
Karacaoğlan, şiirlerinin
kaynağını doğup büyüdüğü göçebe toplumun geleneklerinden, içinde yaşadığı, yurt
edindiği doğadan alır. Çukurova, Toroslar ve Gâvur Dağları’nda yaşayan Türkmen
aşiretlerinin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri onun kişiliği ile
birleşerek âşık edebiyatına yeni bir söyleyiş getirmiştir. Onun önemli bir
özelliği de bir halk şiiri türü olan mâni karakterli şiirler söylemiş
olmasıdır. Koşmalar, semailer, varsağılar, türküler şiirleri arasında önemli
bir yer tutar. Dizelerinin hemen hepsinde açık, anlaşılır, içli, özlü bir
söyleyiş birliği mevcuttur. Tüm türler arı ve duru Türkçe ile süslüdür. Karacaoğlan'ın
1920'den bugüne yazılı kaynaklara geçmiş şiir sayısı beş yüzün üzerindedir. Karacaoğlan’ın dil, ölçü ve söyleyiş
bakımından farklılık arz etmesi, Divan Edebiyatının etkisinden uzak kalması, şiirlerini
birlikte yaşadığı insanların günlük konuşma diliyle yazmış olması önemli
özelliklerindendir. Dizelerinde Arapça Farsça sözcüklerin sayısı oldukça azdır.
Dörtlüklerinde yöresel sözcükler (Çukurova, Toroslar, Gâvur Dağları) yoğun bir biçimde karşımıza
çıkar. İncelendiğinde içimizden birinin konuştuğu sanılır. O halkın ve yöresinin
dilini en iyi kullanan ustalardan biridir. Şiirde dil denince benim aklıma
Karacaoğlan gelir. Dörtlüklerinde kullandığı sözcükleriyle Toros’larda, Gâvur
Dağlarında, Çukurova’da koyak koyak dolaştırır bizleri. Çünkü o anamın, atamın
dilini kullanmıştır. Kullandığı dil ve şiirlerindeki akıcılık ise günümüze
ulaşmasını sağlayan önemli bir etken olmuştur. Çünkü halk kendi gibi olanın
peşinden gider. Kendi gibi konuşanı tasvip eder. İşte Karacaoğlan bu özelliği
en iyi uygulayan ustalardandır. Şimdi onun dizelerinden seçtiğim bazı
sözcüklere bir göz atalım.
Göbelek : Mantar Seyirtmek : Koşmak İkrar : Söz vermek Keleş : Güzel Anaç : Karşı Annacım : Karşım Zıbın : Kadınların giydiği üç etek ya da uzun elbise Hamaylı : Muska Daylak : Tülü devenin erkeği – dişi deveye de daylak
deniliyor Püren : İğne yapraklı bir maki türüdür. Cahal : Cahil Zibillik : Havan dışkılarının döküldüğü yer, küllük. Essah :
Gerçek Yunmak : Yıkanmak Söbü : Daire, elips Göynek : İç gömlek Yolak : Patik, dağ yolu Turaç : Daha çok
sulak yerlerde yaşayan bir av kuşu Oflaz :
Güzel, becerikli Kavil yeri : Buluşma yeri Yağlık :
Başörtüsü Uz :
Sessiz, yavaş Topak : Yuvarlak - Daire Tor :
Acemi Yeğin :
İştahlı, hızlı, şiddetli Şahbaz : Becerikli, çabuk Köşek : Bir yaşında dev yavrusu Kuşluk tavı : Kuşluk vaktine yakın Yuka : Derin olmayan Emmi :
Amca Devinmek : Kaşınmak Cırnak : Tırnak Çapıt : Bez Baz : Şahinin dişisi
Bu sözcükleri Toros Dağlı,
Çukurovalı ve Gâvur Dağlı olanların bilmediği düşünülemez. Çünkü bu dil yöre
insanın dilidir, anamın dili, babamın dilidir. Yöre insanı bu sözcüklerin geçtiği dizelerin
anlamını sözlük kullanmadan çözümler. “İlk akşamdan vardım kavil yerine” dizesiyle
başlayan koşması bahsettiğimiz özellikleri bünyesinde barındıran güzel bir
örnektir.
İlk
akşamdan vardım kavil yerine Öne gördüm kömür gözlüm gelmemiş Bilmem gaflet bastı yattı uyudu Bilmem o yar bize küstü gelmedi
Benim yârim gide gide donandı İkrar verdi cahil gönlüm inandı Ayda geldi orta yeri dolandı Seherin yelleri esti gelmedi
Unuttu
mu ahtı amanı netti Başın alıp gayri diyara gitti Benim mecbur olduğum fark etti Zalim garaz etti kaçtı gelmedi
Karacaoğlan
derki devranım döndü Gönlüm
yücedeydi engine indi Seherin
yelleri şafağın bendi Hani usul boylu sunam gelmedi Örnek olarak verdiğimiz
Karacaoğlan’ın bu koşmasında anlaşılmayan bir sözcük gösteriniz. Bulamazsınız.
Çünkü Yok. İşte bu dil Karacaoğlan dilidir. Bu dil Toros’larda Çukurova’da ,
Gavur Dağlarında kullanılan dildir.
Teneşir, yuma, yunmak, yumak sözcükleri de Çukurova’da yoğun
olarak karşımıza çıkar. Yöre halkı yıkadım demez. Yudum der. Yıkamak
anlamındadır. Bulaşık yumak, çamaşır yumak yıkamak anlamında kullanılır.
Teneşir ise ölünün yıkanacağı tahtadan yapılmış küçük tahttır. Cenaze teneşir tahtasında yunur. Yani yıkanır. Bu sözcük de Çukurova’ya
hastır.
Gözüm
kaldı şu kaplanın postunda Azrail de can almanın kastında Döne döne teneşirin üstünde Yunmayınca gönül yardan ayrılmaz.
Bu dörtlük de bizlerle
özdeşleşen, demek istediğini arı duru Türkçe ile anlatan bir yapıya sahiptir. Ustaların
ustası bu dörtlükte “teneşir” sözcüğüne
müthiş bir anlam yüklemiştir.
Şimdi de Divan Şairlerimizden
Harputlu Hayri’nin hüseyni makamında bestelenmiş “Nolaydı yar nolaydı / Yar bâde dolduraydı / Bu garip gönlüm için / kanun icat olaydı” uydurmalarıyla günümüze
ulaşan ünlü şiirine bir göz atalım. Şiir aslı şöyle:
Sinemde
bir tutuşmuş yanmış ocağ olaydı Zülfün karalığında bezme çerağ
olaydı
Meyhaneler kapısı bahtım gibi
kapansın Rindâne bâde içmek sensiz yasağ
olaydı
Deşt-i
cünûn içinde gezmezdi böyle gönlüm Giysûların
kemendi boynum da bağ olaydı.
Terk-i
cünûn ederdi Leylâ gamıyla mecnûn Bir
gün yüzün göreydi âlemde sağ olaydı
Gülşen
– serây-i hüsnün bir âh ile yıkardım Kanun-ı
aşk içinde cüz’i mesâğ olaydı
Efsaneler
yazardım sevdâ-yı aşka dâir Gamdan
dilimde Hayrî hâl-i ferâğ olaydı Harputlu Hayri’nin bu nefis şiirinin
bazı dizelerini anlamak, yorumlamak için Farsça ve Arapça bilmek, ya da sözlük
kullanarak çözümlemek gerekir. Ama Karacaoğlan böylemi? Elbette değil.
O şiirlerinde mümkün olduğu
kadar Arapça Farsça sözcük kullanmaktan kaçar, halkın anlayacağı dili
kullanmayı tercih eder. O, halkın dilini çok iyi kullandığı gibi yörede
kullanılan deyimlerle, öz deyişlerle ve benzetmelerle şiirinde kendine özgü bir
dünya yaratır. Sözcüklerin birçoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle dile getirir.
Bu da onun şiirine ayrı bir renk, ayrı bir lezzet katar. İşte Karacaoğlan’ı
aziz kılan da budur.
Yavukluları onun şiirlerinde adlarıyla
dile gelir: Elif, Anşa, Zeynep, Hürü, Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice...
Ustanın şiirlerinde başka bir anlam kazanır. Usta şiirlerini bu güzellere pınar
başında su doldururken, helkeleri omzunda suya giderken, ıstar dokurken, ya da
kirmen eğirirken söylemiştir. Şiirlerinde dile gelen isimleri Karacaoğlan da
Çukurovalı gibi söyler. Çukurovalı Huriye hürü, Ayşe’ye de Anşa der. Karacaoğlan da Huriye Hürü, Ayşe’ye de Anşa demiştir.
Gönlü bir güzel ile eğlenmez, bir kişiye
bağlanmaz. Erotik öğeler, şiirine sevmek ve sevişmek olgusuyla yansır. O bu
olguyu sade bir dille ifade eder. Müstehcenlik onun dilinde bayağılaşmaz.
Erotik öğeler bile bir başka güzellik arz eder. Kanlı-canlı sevgili, cinsellik
motifleriyle daha da belirginleşir, şiirine etkileyici bir biçimde yansır. İşte
onlardan birkaç örnek: (…) Ak
memenden emdiceğim azıktır Tarama
zülfünü gönlüm bozuktur Öksüzüm
garibim bana yazıktır Destursuz
yanına varamıyorum (…) Bahçende
gülün güllenmiş Şeyda
bülbülün dillenmiş Koynunda
memen kirlenmiş Emilmeyi
emilmeyi (…) Karacaoğlan
der ki gel görüşelim Şöyle
bir tenhada gel buluşalım Kaldır
nikabını bir öpüşelim Dudak
zahmet çekip dil incinmesin (…) Karacaoğlan
der ki işin doğrusu Gökte
melek yerde Hüma yavrusu Söyleyim
ben sana sözün doğrusu Soyunup
koynuna girmeye geldim (…) Ela
gözlerini sevdiğim dilber Göster
cemalini görmeye geldim Şeftalini
derde derman dediler Gerçek
mi sevdiğim sormaya geldim (…) Ala
gözler ile kaşın eğmesin Gönlüm
çekmez her güzeli sevmesin Sıkça
dikmiş kız göğsünün düğmesin Sıkmış
memelerin gerilsin diye (…) Bir
çift güzel gördüm bağlardan ağrı Taramış
zülfünü vermiş tımarı Ak
göğsün arası zemzem pınarı İçsem
öldürürler içmesem öldüm
Dörtlüklerindeki erotik öğeler
açık ve nettir. Bu dizeler onun dilinde güzelleşir o olduğu içinde meşruluk
kazanır. Çünkü o, bu konuda rüştünü ispat etmiş, dediğini hoş karşılayacak bir
güzellik temeli atmıştır. Başka biri söylese af edilmez ama o söyleyince hiç
yadırganmaz. Onun söylemesi doğal karşılanır. İçindeki fırtınaları hiç
çekinmeden dile getirmiş olması, hiçbir halk ozanının diyemeyeceğini demesi
yadırganmaz. Çünkü herkes onun hamurunun sevgiyle yoğrulduğunu çok iyi bilir. Tanrı
kavramı ve din anlayışı şiirinde önemlice bir yer tutmasa bile, bu konudaki
yaklaşımıyla da kendi şiir geleneğine yine değişik bir bakış açısı getirmiş ve
sonraki kuşaklar üzerinde etkileyici ve yönlendirici olmuştur.
Ama ne yazık ki, zaman devri
tersine döndürdü. İleri gidilecek yerde geriye gittik. Az gittik uz gittik. Bu
gidiş Karacaoğlan’ı bilmeyeni türkücü, Yunus Emre’yi tanımayanı söz yazarı yaptı.
Türeyen söz yazarı ve türkücüler Yunus’u ve Karacaoğlan’ı tanımayanları peşinden
sürükledi götürdü. Piyasa onlarla doldu
taştı. Onların sayesinde söz ve beste enflasyonu başladı. Özellikle Ankara ve
civarında yaşayanlar
adlarının önüne
Ankaralı sözcüğünü getirerek biri beş yapmaya çalıştı. Ankara oyun havalarına
ve türkülerine monte edilen iğrenç sözlerle yapılan ne idiğü belirsiz müzikler
her gün piyasaya sürüldü. Onların sayesinde gerçek Ankaralılar Ankaralı
olmaktan utanç duymaya başladı. Tabir yerindeyse Ankaralı “Malıyla malamat oldu”. “Kıl
oldum abi / Kul oldum abi / Çul oldu abi” ile başlayan müzik piyasası “Çalkala / Sok çıkar “ la devam etti. Bu
yapılan ahlak dışı çalışmalara üstelik hiç kimse dur demedi. Demeyince “Ortalık da kel Halil’in bağına döndü”.
Okunan o tür parçalar söyleyenin ününe ün kattı. Ününe ün katan işte o parçanın sözleri… Özür dileyerek
yayımlıyorum.
“Yapma abi etme
abi Ytl´yi itl´yi sok
çıkar Hepsini birden
sok çıkar
Ağaç üstünde
ceviz
Siz eğitiminizle böyle demenin
ahlak dışı olduğunu öğretemezseniz, şiirimize, edebiyatımıza yarar
sağlamayacağı fikrini vermezseniz, Karacaoğlan’ın şiirlerindeki estetiği, halk
dilini güzel kullandığını, Pir Sultan’ı, Ercişli Emrah’ı, Kerem ile Aslı’yı,
Köroğlu’nu öğretmezseniz, kişiler bildiğini okuyacak. Karacaoğlan’dan bir
dörtlük söyleyemeyen zati muhteremler kendilerini söz yazarı—müzisyen ilân
edecek. Bestekâr ve söz yazarı sıfatıyla kart bastıracak. Piyasa da bunlara söz
ve beste siparişi verecek, sonuçta da
adını anmaktan imtina ettiğimiz ne idüğü belirsiz müzikler ortaya çıkacaktır. Sonra
da “Kıl oldum abi / Kul oldum abi / Çul oldum” diyenlerin
sayısı gün be gün artacak, bu acı gerçeği bizlere de yaşatacaklardır. Bizlere
bu acı gerçeği yaşatanlara Karacaoğlan’ın aşağıdaki dörtlükleriyle mukabele
etmek istiyorum. (…) Ben
seviyom can ile candan İnsan
kemlik görmez sevdiği yardan Canım
esirgemem billahi sende Götür
sat pazara kölem var deyi (…) Bilmem
hayal gibi bilmem düş gibi Geldi
geçti boran gibi kış gibi Şahin
cırnağına düşmüş kuş gibi Yoluk
yoluk yoldu dert beni
Efendim piyasadaki sözleri
inceleyin, “kıl oldum ağabey, çul oldum”
ağabey diyenlere bir kulak verin sonra da Karacaoğlan’ın yukarıdaki dörtlüklerini
okuyun. Dikkat buyurun mukayese edin demiyorum. Çünkü Karacaoğlan’ın o
dörtlüklerini böyle uyduruk sözlerle mukayese dahi edilmesine gönlüm rıza
göstermez. Çünkü Karacaoğlan
dörtlüklerinin üstüne kara bulut gibi çökmüş, müthiş bir anlam
yüklemiştir. Dörtlüklerin ifade ettiği
anlamı hangi kâğıda kaleme sığdırabilir, ifade ettiği anlamı nasıl açıklarsınız.
Bu nefis dizeler işte onun garip gönlünün ifadesidir. O gönül, şahin cırnağına
düşen kuşun yoluk yoluk yolunmasıyla, dertlerin yoluk yoluk yolmasını
özdeşleştirmiştir.
Karacaoğlan dizelerindeki
estetiği halkından, halkın türkülerinden almıştır. Şimdi herkesçe bilinen ve de
şimdiye kadar can kulağıyla dinlenmeyen, bu ne demek istiyor diye düşünülmeyen
iki mani sözcüğünü sizlerle paylaşmak istiyorum… İşte birinci mâni:
Mendili
işle yolla İşle
gümüşle yolla İçine
üç elma koy Birini
dişle yolla
Efendim gönderilen elmanın
birinin dişlenip yollanması ne demektir. Bu ne kadar nezih bir anlatımdır.
Elmanın birinin dişlenerek yollanması tüm kötülüklerden arınmış duyguların bir
ifadesidir. Hiç kötülük yoktur. Bu güzelliği istediğiniz kadar anlatın. Anlata
anlata bitiremezsiniz. Tıpkı Karacaoğlan’ın dizeleri gibi.
Şimdi de ikinci maniye bir göz
atalım:
A
benim bahtı yârim Gönlümün
tahtı yârim Yüzünde
göz izi var Sana
kim baktı yârim
Dörtlüğündeki anlam yükünü nasıl
anlatır, nasıl ifade eder hangi yazıyla, hangi kalemle yazar, nereye
sığdırabilirsiniz. “Yüzünde göz izinin
olması” ne muhteşem bir deyiştir. Tek kelimeyle müthiştir. Tertemiz arı ve
duru düşüncelerin gönülde kaynamasıdır. O, basit gibi gördüğümüz mânilerimizin
özelliklerini güzelliklerini bilen, şiirlerinde dile getiren bir ustadır. İşte
Karacaoğlan’ı Karacaoğlan yapan özellikte buradadır. Bu sırra ne denilir… Dense
dense büyük usta denilir.
O büyük ustayı anlamak için halkın
dilini, telini, gönlünü çok iyi bilmek gerekir. Karacaoğlan demek dil demektir,
sevgi demektir, beraberlik demektir. O zaman Karacaoğlan sevgisi etrafında
birleşelim. Bir olalım. İri olalım. Diri olalım…
KAYNAKÇA Halil Atılgan : Çukurova’da Karacaoğlan çığırmak, Anayurttan Ata Yurda Türk Dünyası S. 7, s. 69, Şubat 1995. Halil Atılgan :Çukurova Türküleri (1)Adana Valiliği Yayınları Burcu Ofset Ankara 1998. Halil Atılgan : Karacaoğlan’da Dil, Turunç Dergisi S. 2, s. 47, Mayıs Haziran 2010. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu : Karacaoğlan, Akçağ Yayınları Ankara 2004. Mustafa Necati Karaer : Karacaoğlan Tercüman Yayınları İstanbul 1992. Müjgan Cumbur : Karacaoğlan, Çağrı Yayınları İstanbul 2008. Tahir Kutsi Makal : Karacaoğlan, Toker Yayınları İstanbul 1998.
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] - 17/01/2024 |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! - 02/10/2022 |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! |
ÇÖL YEMEN’DE CAN VERENLER - BİRİ MEMET BİRİ MEMİŞ - 28/06/2020 |
emen: Arap Yarımadasının Güneybatı köşesinde olup, mutluluk anlamına gelen bir sıfatla nitelendirilir. Fakat bu sözcük Türkler için geçerli değildir. |
Bunca âşıkların bir hoşu Mahzuni…"İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM " - 19/05/2020 |
1940 yılında Kahraman Maraş'ın Elbistan ilçesinin Berçenek köyünde doğdu. (Dostları onun 1938 yılında doğduğunu ifade etmektedirler.) |
ONU AZRAİL APARDI… - 24/04/2020 |
Yallah şoför yallah apar beni / Kerkük’e tez yetir beni. |
BU TOPRAĞIN TÜRKÜLERİ - 12/04/2020 |
Bu toprağın türküleri gönlümüze ferman, yüreğimize derman olmuş. |
ÇUKUROVA'DA KARACAOĞLAN ÇIĞIRMAK - 31/03/2020 |
Çukurova'yı; Mersin-İskenderun sahil şeridinden, Güneydoğu Toroslar'ın eteklerine |
BİR OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM… - 15/03/2020 |
Ben türkülere, Çukurova’ya, Toros dağlarına sevdalıyım. Sevdam: Anamın beni tarlada doğurmasından, sekiz yaşına kadar ayakkabıyı tanımayışımdan, yufka ekmeği fırın |
“Sokrat Okuyan Köylüler” - 16/02/2018 |
BEN ÇOK DUYGULANDIM. SİZİ BİLMEM. SELAMLARIMLA. |
Devamı |