Oğuz Adem Selçuk
karaisalihaber@hotmail.com
BAYRAMIN HATIRLATTIKLARI
18/10/2013
Bayramlar
geldiğinde, “Nerede O Eski Bayramlar?” diyerek söze koyuluruz ve maziye
gömdüğümüz gelenek ve görenekler, hatıralar, geçmişte yaşadığımız güzel günler
gelir aklımıza. Köylü, kendi
coğrafyasının sınırları içerisinde; şehirli, kendi gürültülü yaşantısının
telaşı ve başka kültürlerin etkisi altında bir başka şekilde kutlar bayramı. Eskiden
bayramlarda, Postane önlerinde sergilenen tebrik kartlarından seçip dost,
akraba ve arkadaşlara göndermek, ilk işlerimizden biri olurdu. Oysa bugün, tebrik
kartlarının yerini telefonlaşma veya mesajlaşma almış durumda. Özellikle cep
telefonları, birçok geleneksel ve töresel değerlerimizi alıp götürdüğü gibi,
mektup yazma, tebrik gönderme gibi alışkanlıklarımızı da bitirdi. Eski bayramlarda,
tebrik göndereceğimiz kişinin yaşına, cinsiyetine, akrabalık durumuna, eğitim
seviyesine, onun ruhsal dünyasına uygun tebrik kartları veya bir başka şehre
göndereceksek bulunduğumuz kentin özelliğini taşıyan manzara resimlerini seçer,
arkasına çok süslü cümleler kurarak ve yazışma kurallarına uyarak bir tebrik
metni yazıp, postaya verirdik. Postaya vermek de
öyle çok kolay olmazdı. Postane gişelerinin önlerinde uzun kuyruklar oluşurdu.
Posta pulunu alıp, dilimizle arkasını yalayıp, zarfın sağ üst köşesine
yapıştırıp posta kutusuna atmak veya memura teslim etmek öyle kolay değildi.
İtişe kakışa o izdihamı yaşamak gerekirdi. Bugün, bunlar yok
artık. Ve bugünkü gençler, böyle şeyler yaşamıyorlar, daha doğrusu
yaşayamıyorlar. Birçok genç, belki de posta pulunu, zarfın hangi köşesine
yapıştırması gerektiğini bile bilmiyordur. Aslında çok şeyleri yaşamaktan
mahrum kaldıklarının farkında değiller. Örneğin süslü cümleler kurmayı,
kelimelerle uzakları yakın etmeyi ve muhatabını beklenmedik şekilde
sevindirmeyi pek bilemiyorlar. Bu bayramda,
bayramın birinci günü çocuklarım ve torunlarımla biraraya geldiğimizde hem
çocukluğumdaki, hem gençliğimdeki ve hem de memurluğumdaki bayramları gözümün
önüne getirdim. Bu arada bir şekilde maziye gidip geldim, çocukluk ve gençlik
arkadaşlarımı hatırladım. Gece, başımı
yastığa koyduğumda ömrümün 60 yıllık bayram tablosu gözümün önüne geldi.
Genellikle yılda iki bayram yaşadığımıza göre 60 yılda 120 bayram görmüş olmam
gerekir. Bayramları, Ay Takvimine (Kameri) göre kutladığımızı düşünürsek belki
bazı yıllar, iki bayramı birlikte idrak etmemiş olabiliriz. Onun için tam
olarak 120 bayram yaşamamış da olabilirim. Ancak ben,
yaşadığım bu kadar bayramdan herhâlde 100 veya 110 kadarını net olarak değilse
bile, bir şekilde hatırlayabiliyorum. İlkokul öncesi bayramlarla ilgili
hafızamda yer etmiş bir bayramdan pek söz etmem mümkün değil gibi. Birçoklarının
anlattığı gibi bayram için alınan ve arefe gecesi birlikte yatılan
ayakkabılarım olmadı mesela. Böyle bir dayanılmaz sevinci hiç hatırlamıyorum.
Yeni gömlek, yeni şalvar giydiğimi de hatırlayamıyorum. Ama ilkokul
çağımdaki güzel bayramları da hiç unutamıyorum. O zamanlar
köyümüzün tek bir camisi ve tek bir ilkokulu vardı. Cami ve okul yanyanaydı.
Cuma ve Bayram Namazları, bütün köylülerin toplanmasıyla bu camide kılınırdı.
Bayramlarda çoluk-çocuk herkes camiye geldiğinden sıradışı bir kalabalık
oluşur, izdiham yaşanırdı ve cemaat, birbirlerinin üzerine secde ederek namaz
kılardı. Bayram Namazı
kılındıktan sonra: Oruç Bayramı ise; herkes , “azık çaputu” denilen peştamallar
içinde getirdiği yufka ekmekleri, -peştamalı, cami civarı veya okul bahçesinde
yere sererek ve - “çerçiden” aldığı helva ile “sokum” ederek yerler,
birbirlerini sofraya “buyur “ederlerdi. En çok sevdiğim bu anı yaşamak için ben
de sahurda kalkar, babam ile birlikte Yağıbasan Camiine giderdim. Hemen herkes
birbirini görüp, bayramlaşırlardı. Elini öptüğümüz büyükler, o vakitler, para
vermezler, onun yerine şalvar cebinden çıkardıkları şekerleme, yer fıstığı veya
şekerle kaplanmış leblebi gibi şeyler verirlerdi. Köyün içindeki küçücük
dükkânını kapatan çerçiler, at ile buraya taşınırlardı. Şeker sucukları,
rengârenk şekerlemeler, leblebiler, kabuklu yer fıstıkları en çok satılan
ürünler olurdu. Kalabalık, öğleye kadar dağılmaz, grup grup sohbetler
yapılırdı. Biz çocuklar da okulun bahçesinde doyasıya oyun oynardık. Öğle
namazı, cemaatle kılındıktan sonra herkes kendi obasına dönerdi. Kadınlarımız ise;
bayramda farklı ritüeller yaşarlardı: Sahur vakti, erkekleri camiye
uğurladıktan sonra kendileri de “Bayram sabahları çeşmelerden zemzem suyu
aktığına “ inandıkları için çeşmelere koşarlardı. Çeşme başları genç kızlarla,
gelinlerle, analarla, teyzelerle dolardı. Sabahın seher vaktinde helke sesi, su
sesi ve kadın sesi birbirine karışır, anlaşılmaz ama uzaktan dinlendiğinde
ahenkli bir musiki oluştururdu. Öte yandan her
evde “saç arası” çörek yapılır, erkekler camiden döndükten sonra köyün bütün
kadınları, erkekleri ve çocukları topluca mezarlığa gidilir, sofralar serilir,
çörekler bıçaklarla dilim dilim kesilir, erkeklerin cami dönüşü getirdikleri
helvalarla birlikte yenilirdi. Ardından Kur’an-ı Kerim okunur; ölülere rahmet,
sofralara bereket, ikramda bulunanlara sıhhat ve afiyet dileyerek ve topluca
dua okunarak ritüel tamamlanırdı. Bayram Günü mezarlığa gitmek ve çörek yapmak
sadece Oruç Bayramına mahsustu. Bayram Namazı kılındıktan sonra:
Kurban Bayramı ise, Camiden çıkıldıktan ve bayramlaşma faslı sona erdiğinde,
sesi gür olan bir köylümüz, yüksekçe bir yere çıkarak: “ Ey Etekli Köyü
Halkı, Ey Komşular! Duyduk, duymadık demeyin! Buyurun Bayramın birinci günü
Tabanlı’ya, Çömelekoluğu’na, Erkeğin’e davetlisiniz. Bayramın ikinci günü de
Karmış ve Küp Obalarımıza davetlisiniz!” Bu, hep böyle devam eden ve
kendiliğinden yaşatılan bir gelenekti. Bu bayramda da yine “çerçiler” cami
çevresinde sergilerini sererler, “kefeli “veya “dilli terazilerde” tartarak
ürünlerini satarlardı. Biz çocuklar, şekerleme, lokum gibi şeyler almak için
yine babalarımızdan harçlık almaya devam ederdik. Küp ve Karmış
obalarından olanlar, evlerine gitmeden davete icabet ederler, vardıkları her
evde önlerine sofralar serilirdi. Kurban etleri, kebap olarak değil; yahni
olarak, etli kuru fasulye, yüksük çorbası veya topalak aşı olarak, sofralar
dolusu çok fazla ıslatılmış yufka ekmekler eşliğinde misafirlere ikram
edilirdi. O zamanlar, çay demlemek gibi bir geleneğimiz oluşmamıştı. Ama ağır
misafirlere tavada kavrulmuş ve el değirmeninde çekilip bakır cezvelerde pişirilen
acı kahve ikram edilirdi. Kahveyi, evin sahibi erkekler kavurur, el
değirmeninde çeker, pişirip sunarlardı. Ayrıca her köyde,
mevsim yaz ise ve hava şartları uygunsa bir dam başında toplu sofralar serilir,
herkes evinden getirdiği yemeği gelenlere ikram ederdi. Aynı ritüel ertesi günü
Küp ve Karmış obalarımızda da, diğer üç obanın erkekleri ve kadınlarının
gelmeleriyle aynı şekilde devam ederdi. Bizim kuşak görmedik ama
büyüklerimizin bayram anılarında dinlediğim kadarıyla Bayram günleri güreşler
de yapılırmış. Ben, o günlere yetişemedim. Güreşi, sadece düğünlerimizde
gördüm. Bu bayramda,
ilkokulu birlikte bitirdiğim arkadaşlarımı hatırladım. Etekli Köyü İlkokulundan
1964 Mayısında 9 kişi olarak mezun olduk. O vakitler İlkokulu, her dersten
sınava girerek bitirirdik ve hatta iki ayrı köyün öğretmenleri birlikte sınav
komisyonu oluşturur ve iki okulun beşinci sınıf öğrencileri, beraber bitirme
sınavına girerdik. Ve Tanrıma şükrettim ki, hepimiz hayattayız. Ancak iki kişi
eğitime devam edebildik, ortaokul ve liseyi bitirdik: Sami Karsandık, Düziçi
Öğretmen Okulunu ve ben Adana İmam-Hatip Okulunu parasız yatılı olarak okuduk.
Parasız yatılı sınavını kazanamamış olsaydık, öyle sanıyorum ki, ikimizin de
okuma imkânı olmazdı. Gençliğimin
bayramlarını hatırladım: Ortaokul ve lisede iken, bayram tatillerini mutlaka
köyde geçirmeyi düşünürdüm. Kurban ve Oruç bayramlarındaki ritüelleri hep
birlikte yaşamak isterdim. Köyün gençleri, ancak böylesi özel günlerde yani
düğün gibi, bayram gibi günlerde birbirlerini görme, hoşlanma ve beğenme ve
hatta anlaşma fırsatı yakalayabilirlerdi. Oruç Bayramında mezarlıktaki çörek
sofrasında, Kurban Bayramında ev ziyaretlerinde gençler, birbirlerini görme
imkânı bulabilirlerdi. Ben de eşimle bir Kurban Bayramında anlaşmıştım ve bu anlaşma
evlilikle sonuçlanmıştı. Memuriyetimdeki
bayramları hatırladım: Doğrusu bu bayramlar özlemle beklenen bayramlar olmazdı.
Çünkü PTT de görev yaptığım servisin bayramlarda ve yılbaşlarında işleri, aşırı
derecede yoğunlaşırdı. O zamanlar, halkımızın dışında Bankaların, Fabrikaların,
Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Bakanların, Milletvekillerinin, Belediye
Başkanlarının ve belirli kurumların genel müdürlerinin postaya verdikleri
tebrik zarflarını günlerce tefrik, sevk ve dağıtım işleriyle uğraşırdık.
Yer-gök, her taraf kutu kutu tebrik zarflarıyla dolardı. İşin ilginç yanı
zarflarda bir standart yoktu. Büyüklü küçüklü boyutlarda olan zarfları işlemek
gerçekten zor ve yorucu olurdu. Bayramda tatil yapamazdık, herkes
bayram yaparken biz, işyerinde çalışmak zorundaydık ve nöbetleşe görev ifa
ederdik. Eşimizle, çocuklarımızla ve komşularımızla ancak ikinci-üçüncü
günlerde bayramlaşma imkânımız olurdu. Hatta çocuklarımı, bugünkü Sabancı
Merkez Camisinin bulunduğu alanda kurulan Lunapark benzeri eğlence mekânlarına bayramın
ikinci- üçüncü günlerinde götürebilirdim. Günümüzdeki
bayramları düşündüm: Büyük ölçüde ritüelleri kaybolmuş, sadece camiden
çıkıldığında tokalaşma ve tebrikleşmenin yaşandığı, herkesin kendi içdünyasına
ve işlerine döndüğü, büyük ölçüde tatile dönüştüğü bayramlar olmuştur. Eski
bayramlardaki komşuluk ve köylülük ilişkileri yok olup gitmiştir. Resmi Kurumlarda
ve Belediyelerde bayramlaşma, bir anlamda tatil dönüşü, makam sahibini topluca
ziyaret etme; Siyasal Partilerde ise, parti binasında birbirlerinin gözüne
görünme izdihamına ve fotoğraflarda en önde olma, İl Başkanlarının yakınında
durma gayretkeşliğine dönüşmüştür. Bu bayramlaşmalarda, samimiyetten çok bir
görevi yerine getirme ve göze görünme, “yok çıkarılmama” anlayışı
bulunmaktadır. Bayramlar, artık
içerisinde insan olmayan elbiselere benzemektedir. Tıpkı “Ben ne insanlar
gördüm, üstünde elbisesi yok; ne elbiseler gördüm içinde insan yok” aforizması
gibi. Adı kalmış ama kendisi kaybolmuş bir yıkıntıya benzemektedir. Sevgili Peygamberimin “Kişi,
kavmini sevmekle kınanamaz.” buyruğunun ışığı altında Türk olan, Türk olmayı
gurur sayan, Türkçü düşünce ve dünyagörüşünde olan herkesin ve Türk Dünyasının
bayramını bir başka anlayışla kutlamak istiyorum. Bizi okuyan ve
okuyamayan herkesin bayramı kutlu olsun. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
MENEMENCİOĞULLARI TARİHİNDE KARAİSALI VE YAKIN ÇEVRESİNDE GEÇEN KAZA, KÖY VE YER ADLARI - 05/08/2024 |
MENEMENCİOĞULLARI TARİHİNDE KARAİSALI VE YAKIN ÇEVRESİNDE GEÇEN KAZA, KÖY VE YER ADLARI |
MENEMENCİOĞULLARI TARİHİNDE KARAİSALI VE YAKIN ÇEVRESİNDE GEÇEN KAZA, KÖY VE YER ADLARI - 23/07/2024 |
MENEMENCİOĞULLARI TARİHİNDE KARAİSALI VE YAKIN ÇEVRESİNDE GEÇEN KAZA, KÖY VE YER ADLARI |
SİYASİ PARTİLERİN KURULMASI VE KAPATILMASINA DAİR DÜŞÜNCELERİM - 17/06/2024 |
SİYASİ PARTİLERİN KURULMASI VE KAPATILMASINA DAİR DÜŞÜNCELERİM |
BÜYÜKŞEHİRLERDE MUHTARLIK KALDIRILMALI - 04/04/2024 |
BÜYÜKŞEHİRLERDE MUHTARLIK KALDIRILMALI |
ELLİ YIL ÖNCESİNDEN BİR HATIRLAMA - 03/12/2023 |
ELLİ YIL ÖNCESİNDEN BİR HATIRLAMA |
CHP KURULTAYINDA DEMOKRASİ SINAVI.. - 06/11/2023 |
CHP KURULTAYINDA DEMOKRASİ SINAVI.. |
TÜRKLÜK BİLİNCİNİ KORUMAK (12 Eylül yıldönümünde) - 13/09/2023 |
TÜRKLÜK BİLİNCİNİ KORUMAK (12 Eylül yıldönümünde) |
ÇECELİ DEĞİL KARAİSALI - 12/08/2023 |
ÇECELİ DEĞİL KARAİSALI |
BUNDAN SONRA NE OLUR? - 01/06/2023 |
BUNDAN SONRA NE OLUR? |
Devamı |