Halil Atılgan
incirgedigi@gmail.com
BİR ZAMANLAR ŞAİR HASAN TURAN VARDI…
21/10/2013 Demedim mi her güzelden
yâr olmaz Be hey gönül sevmeseydin
ne vardı
BİR
ZAMANLAR ŞAİR HASAN TURAN VARDI…
Dr. Halil ATILGAN Darende; kır dağlar, kıraç topraklar diyarıdır. Yaradan doğayı kalburla elemiş üstte kalan molozları buraya yığmış. Bir kaşıkla beş kişinin çorba içtiği, ekmeği yağda kavurup yiyenlerin memleketi Darende. Aşudu ( Günpınarı) Darende'ye yedi kilometre. 1200metre rakımlı bir yayla köyü. Derin bir vadi içinde. Göz göz pınarların kaynayıp dik yamaçlardan savrularak aşağıya döküldüğü, batıdan uzanan ceviz ve söğüt ağaçlarıyla kaplı, billur gibi akan sularıyla, şelalesiyle, güzelliğiyle tabiat anaya damgasını vuran bir belde. Ama netmeli güzelliği. Önce karnı doyurmak, aç karnı taşlamak gerek. Mide uyumalı. Yoksa "Aç it fırın yıkar" demişler. Yokluk diz boyu. Tuz yok sabun yok. Doğa güzel amma... Yiyecek yok. Onun için çare dediler hep bir ağızdan. Taştan taşa vurdular başlarını. Çaresi gurbetti. Gurbet paklardı ancak yokluğu. Onlar da öyle yaptılar. Düştüler gurbetin yollarına. Yollar aldı götürdü onları Çukurova'ya, Maraş'a, Mersin'e. Doğup büyüdükleri baba ocağından birer birer koptular. Yurtları, yuvaları ıssız kaldı. Gidenlerin çoğu baba yurduna bir daha geri dönemedi. Karınlarını doyurdukları yerleri kendilerine yurt tuttular. Yerleşip kaldılar oralarda. Şanslı olanlar sonbaharda gitti haziranda döndü. Şanssızlar ise... Yol gözledi çocuklar. Baba yolu gözledi. Dönenlerin çocukları sevindi. Dönmeyenlere ağıtlar yakıldı. Hele bazılarının mezarı bile bulanamadı. Kuş uçmaz kervan geçmez yerlere ne mektup ne haber. Her yeni doğan gün bir umut oldu yürekte. Ne kara düşler yoruldu ölenlerin üstüne. Kara düşleri hayra yordular. Umut dediler. Gel dediler. Umutlar tez tükenmedi. Yıllarca beklendi gidenler. Ama hayırsız çıktı seneler. Gidenleri uçan kuşlara, turnalara sordular. Ne gelen oldu ne de giden. Yumak yumak oldu umutlar. Eşler, çocuklar yıllarca yol gözledi. Gidenlerin çoğu Çukurova'yı yurt tuttu. Kimisi çerçilik, kimisi bakkallık, kimileri de hallaçlık yaptı. O günleri yaşayanların dilinde destan oldu o yıllar. Gidip de dönmeyenlerin hikâyesi kor gibi çöktü yüreklere. İşte Çolakların Abdullah da (Hasan Turan’ın babası) bahtı kara Aşudulu'nun biri. Hatem Çavuş gibi, Süleyman Emmi gibi. O da yokluklara yenik düştü. Dar geldi Aşudu. Ev gerek, ekmek gerek. Yokluk onu da düşürdü gurbetin yollarına. Karar verdi. Süleyman Emminin aştığı dağları aşacak, o da on günde varacaktı Çukurova'ya. Hazırlıklar yapıldı. Kap kacak, savan, sofra. Lâzım olan araç gereçler yüklendi. "Çöh" dedi eşeğine. Abdullah Ceyhan'ın Mustafabeyli köyünü yurt tuttu. O da diğer Darendeliler gibi çerçilik yaparak, iğne, iplik, kabak leblebi, köfter satarak geçimini temin etti. Hem çerçilik yaptı, hem de yurt yuva kurmak için çabaladı. Dileği oldu. Çerçilikten biriktirdiği üç beş kuruşuyla Mustafabeyli'deki Bulgaristan muhacirlerinden Hatice ile evlendi. Hatice'den bir oğlu oldu. Adını Abdurrahim koydular. Abdurrahim beş yaşındayken anası öldü. Abdullah dul Abdurrahim öksüz kaldı. Abdullah, "kader" dedi. "Daha öküzleri arabaya koşmadan halat koptu. Hışımınan Hatice'yi aldı götürdü Azrail. Daha gün görmeden. Bir solukta aldı götürdü. Hatice gelin oldu kara toprağa." Abdullah, "Geçer, bu da geçer" dedi. Şükür etti Allah'a. Ne kadar şükür etse de Abdurrahim'e bakacak birisi gerekti. Hatice'nin daha acısını içinden atamadı. Amma! Abdurrahim de anasız olamazdı. Hatice'nin kara toprağa gelin olmasından sonra Elif'le evlendi. Elif Darende'nin Yenice köyündendi. On altı yaşında Balaban ilçesine gelin gitmişti. Elif, eli kınalı yirmi iki günlük gelin iken seferberlik başladı. Yeni gelinin güveyisi askere alındı. Gidiş o gidiş. Bir daha dönüşü olmadı. İmi timi belirsiz oldu. Kayıplara karıştı. Dul kalan Elif'i kardeşi aldı götürdü Osmaniye'ye. Elif'i Abdullah Osmaniye'de tanıdı. Bu tanışma evlilikle sonuçlandı. 1920 yılında başlarını bir yastığa koydular. Ancak evliliğin hemen peşinden "Kaçkaç" başladı. Adana-Ceyhan'ı Fransızlar işgal etti. Çukurova'nın işgalinden sonra Mustafabeyli'yi terk eden Abdullah ile Elif soluğu Aşudu'da aldı. Deh çöh, deh çöh. Zor indiler Çukurova'nın düzüne. Yine Ceyhan'ın Mustafabeyli köyüne kondular. Ürkek ürkek, garip garip kondular. Abdullah eski düzenini yeniden kurdu."Çerçilik yapmak benim kaderimmiş" dedi. Başladı işe. Sabah gidiyor, akşama dönüyor, yoksa orada kalıyor. Birini beş etmek için geceyi gündüze katıyordu. Abdullah böyle koptu baba yurdundan. Bir daha da geri dönmedi. Mustafa beyli vatan oldu onlara. Abdullah "Doğduğum yer değil doyduğum yer" dedi. Adım adım dolaştı yöre köylerini. Abdullah öldüğünde bacısı Zeynep iki,
Hasan altı yaşındaydı. Arkadaşlarıyla sokakta çelik oynuyordu. "Baban öldü" dediler. Ölüm ne
idi, kara toprağa gelin gitmek nasıl olurdu bilmiyordu Hasan. Onun için tınmadı
bile. Bırakmadı oyunu. Abdullah öldükten sonra Elif dul, Hasan'la Zeynep yetim
kaldı. Geçim derdi de Elif'in sırtına
bindi. Elif yaz gelince pamuk tarlalarına çapaya gidiyor, Hasan evi bekliyor.
Anası gelinceye kadar da Zeynep'i avutuyordu. Küçük Hasan'ın kimi kimsesi
yoktu. Amca, dayı, teyze... Hiç kimse. Kara kader erken tuttu yakasını. Bir
daha da hiç bırakmadı. Hayatı hep mücadele ile geçti. Şiirlerle Hasan Turan’ı, Tonguç Baba’yı, Hasan Ali Yücel’i, İsmet İnönü’yü anlatı. Bazen atlı bazen de yaya yol aldı. Bazen “Demedim mi her güzelden yar olmaz / Be hey gönül sevmeseydin ne vardı.” Bazen de: “Ben önce halkla doluyorum / Sonra Hasan Turan oluyorum” dedi. Sonunda acısıyla, tatlısıyla bu dünyadan göçtü gitti. Demet demet, deste deste şiirler bıraktı. Biz onu: Ana beni eversene, Şen ola düğün şen ola ve Nem alacak felek benim türküleriyle tanıdık. O: Bu türkülerin şiirleriyle gönlümüzde ebedileşen, şiirlerinde Türkçeyi çok iyi kullanan çilekeş şair Hasan Turan’dır. Ozanlığının yanında iyi bir eğitimci… Mustafabeyli köyüne belediyeyi getiren ilk başkan. Yatılı Bölge Okulunun temelini atan, Ceyhan CHP İlçe Başkanlığı yapan Hasan Turan’dır. O hayatın tüm güçlüklerini katre katre yaşamış, yokluklarla boğuşmuş, yoklukları yenemeden de bu dünyadan göçüp gitmiş. Geriye de üç Hasan Turan bırakmış: Çilekeş Şair Hasan Turan / Eğitimci Hasan Turan / Siyasetçi Hasan Turan. Ben Hasan Turan adını ilk defa plaklardan duydum. Gençlik yıllarımda dönen, kulağımda iz bırakan üç önemli plak vardı. “Nem alacak felek benim / Ana beni eversene / Şen ola düğün şen ola.” 1960’lı yıllar plağın en yaygın olduğu dönemdi. O yıllarda bu üç plak ortalığı kastı kavurdu. En çok satanlar arasına girdi. Üçü de altın plak aldı. Ülkemizin en ünlüleri bu üç eseri plağa okudu. Biz de ünlülerimizin okuduğu, pikaplarımızda dönen 45’lik plaklarla büyüdük. Bağlamaya olan sevdamız bu ve benzeri eserlerle kucaklaşmamızı, daha çok haşir neşir olmamızı sağladı. Doğrusu dönen bu üç plağın ne bestecisinden, ne de sözünü yazandan haberimiz yoktu. Hasan Turan’ı da, Cemil Demirsipahi’yi de tanımıyorduk. Günler ayları, aylar yılları kovaladı. Bağlamaya ve Türk kültürüne olan sevdamız bizi buralara getirdi. Zaman içinde Hasan Turan’ı, da Cemil Demirsipahi’yi de tanıdık. Merhumla Yumurtalık’ın Gölovası köyünde düzenlenen Âşık Dertli Kazım şenliklerinde ilk defa birlikte olduk. Yılını hatırlayamıyorum. İşte ondan sonra Hasan Turan’la aramızda müthiş bir dostluk oluştu. Ölünceye kadar da devam etti. Mahsuni: “Bir gün bu dünyadan adım silinir / Hani bizim Mahsuni’miz derler oy” diyordu. Onu Hasan Turan’a dedirtmemek, yaşatmak ve ebedileştirmek için en kısa zamanda kayıt altına almak gerekiyordu. Hiç vakit kaybetmeden ben de onu yaptım. Ankara’da defalarca konuğum oldu. Bir defasında üç gün üç gece onu dinledim. Varını yoğunu döktü. Hepsini kasete kaydettim. Ankara’dan Ceyhan’a gelerek konuğu oldum. Bazı bilgi ve belgeler verdi. Elimdeki verilerle Çukurova’dan Sesler kitabını yayınladım. Çok mutlu oldu. Kitabı satarak ekonomik sıkıntısını gidermeye çalıştı. Yüceltmek için çeşitli programlara konuk ettim. Hep yanında oldum. Son beraberliğimiz 2002 yılının Eylül ayı başında gerçekleşti. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yatıyordu. Ankara’dan Adana’ya ziyaretine gittim. Hastalığı kanserdi. Kendisi de hastalığını biliyordu. Melun hastalık yapışmıştı yakasına. Sevenlerinin temin ettiği özel odada tek başına yatıyordu. Beni görünce dolu gibi döktü gözlerinden. Dayanamadım ben de ağladım. Toparlandıktan sonra vasiyet mektubunu
alıp almadığımı sordu. Hâlbuki aynı soruyu daha önce de sormuştu. Ben de her
soruşunda mektubu aldığımı, gereğinin yapılacağını ifade etmiştim. İlk kez
soruyormuş gibi bir kez daha gereğinin yapılacağını söyledim. Mahzunlaştı. “Bir daha sormam” dedi. Gözlerini gözüme
dikti. Kırpmadan bana bakıyor, hareketleri “Bu
gözler seni bir daha göremeyecek” diyordu. Konuyu dağıtmak istediysem de
başarılı olamadım. Ölüme odaklanmıştı. O duygudan, o düşünceden kendisini bir
türlü arındıramıyordu.
“Öleceğimi
biliyorum. Hem de çok yakında. Bir daha görüşeceğimizi sanmıyorum. Tıpkı son
mektup gibi bu da son görüşmemiz olacak. Ömür yolunun sonuna geldik. Hareket
memuru treni durduracak. Çileli ömür bitiyor. Bundan sonrasını bilmiyorum.
Bildiğim tek şey beni unutmayacağındır. Mezarımın başında Ömür Yolu şiirimi
okuyacağına inanıyorum. Hani senin o çok sevdiğin şiirim. Gün gelir yolcu gider
yol gider han da gider / İsmi cismi hiç olur Hasan Turan'da gider. Evet, Hasan
Turan gidiyor. Amma… Senin sayende ismi cismi hiç olmayacak” dedi ve
gözlerinden “murt gibi” döktü.
Teselli etmek mümkün değildi. Çaresizdim. Varlığım ona üzüntü veriyordu. Daha
fazla dayanamayarak odayı terk ettim. Ağlayarak uğurladı beni. Buğulu gözlerine
son kez bakabildim. Ağlayarak ayrıldık. Onu tekrar görmek nasip olmadı. 29
Eylül 2002 tarihinde göçtü gitti bu dünyadan. Bu yazıyla birlikte tıpkıbasımını
yayımladığım mektubu geride bıraktığı, benim armağan ettiğim daktiloyla yazdığı
en son mektup oldu. Parmakları başka bir daktilo tuşuna inmedi bir daha… Ölümünden hemen sonra Mustafabeyli Belediye
Başkanı ile bizzat görüştüm. (Bu
görüşmelere öğretmenim yazar Ahmet Z. Özdemir de şahit oldu.) Hasan
Turanla ilgili Folklor Edebiyat dergisinde bir yazım yayımlanmıştı, dergiyi ve
vasiyet mektubunu takdim ettim. Ölüm yıldönümünde yapılacak olan anma
törenlerini gündeme alacaklarını söyledi. Bu görüşmeden sonra Belediye
Başkanını telefonla Ankara’dan birkaç defa aradım. Görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Merhumun vasiyetini yerine getirmek için başımı taştan taşa vurdum. Maalesef
sonuç alamadım. Geçen yıl 29 Eylül 2011 tarihinde öğrencim İsmail Görkem’in
şahsi gayretleriyle Merhum Hasan Turan’ı Mustafabeyli Mezarlığında anmak nasip
oldu. Sevenleriyle birlikte mezarı başında anıldı büyük şair. 29 Eylül 2011
tarihinde yapılan anma töreninde Mustafabeyli Belediye Başkanı Sn. Zafer
Topaloğlu gelecek yılda anma töreninin tarafından yapılacağı sözünü vermişti.
Onu bu yıl gerçekleştirdi. Ancak 29 Eylül 2012 de yapılamadı. 15 Kasıma ertelendi. Dilerim her yılın 29 Eylülünde
değerli şair Hasan Turan anılır. Tören geleneksel hale dönüşür. Anma törenlerinin geleneksel hale
dönüşmesini sağlamak amacıyla bana yazdığı vasiyet mektubunun tıpkıbasımını[1]
yayımlayarak ilgililerin bilgisine sunuyor, Ömür
Yolu şiirini yayımlayarak da onun ne denli yüce bir şair olduğunu bilmelerini
istiyorum: O: Adı geçen şiirinin son iki dizesinde:
“Gün
gelir yolcu gider yol gider han da gider İsmi
cismi hiç olur Hasan Turan'da gider” diyordu.
Onun cismi yok ama ismi sevenlerin
gönlünde hep yaşayacaktır. NOT: 29 Eylül 2011 tarihiunde yapılan anma töreniyle ilgili tüm giderler İsmail Görkem tarafından karşılandı. İsmail Görkem kendi yağı ile kavrulan, Adana Hava Meydanında Kontrol Mühendisi olarak çalışan bir kültür sevdalısı. Kendi yağı ile kavrulmasına rağmen anma günündeki afiş, ulaşım vb giderlerinin hepsini üstlendi. Büyük takdir topladı. Mustafabeyli’de Hasan Turan’ı anma programları geleneksel hale dönüşürse ki dileğimiz odur. Bunda en büyük pay İsmail Görkemin’dir. O bu geleneğin mimarıdır. ÖMÜR YOLU Uzun bir yolculuk bu atlımız yayamız bir Âdem’den
sürer gelir ruhumuz mayamız bir
Anadan
üryan geldik ne gerek saltanata Hangi
gurur sahibi binmedi cansız ata
Kimi
paşa kimi bey kimi köle efendi Gördük
götürdükleri yedi arşın kefendi
Gurur
kibir hırs nedir yer bitirir öz kalmaz Arkasından
rahmetle söylenecek söz kalmaz
Yavrusunu
yitirmiş analar acı meler Makam
mevki sahibi ya şimdi neredeler
Ağlayanın
ahını duymuyorsa yürekler Karamış
vicdanları kapkaranlık sis bekler Gelir
geçer seneler mevsimler aylar bir bir İnsanları
gülüşen dünya daha güzeldir
Kanadım
yok uçamam gövdemde kafesteyim Ağlayan
gözde yaşım ah eden nefesteyim
Kul
hakkı mı dediniz titrerim irkilirim İnsanı
insan eden dinleri bir bilirim
Kimin
için dönüyor bilinmez çarkı felek Cümlemizi
eliyor kader denilen elek
Hiçliğin
deryasına akıp giden bir suyuz Etten
kemikten mülhem ne isek işte buyuz
Dün
girdim kabristana okudum mermerleri Makam
mevki bir olmuş eşitlenmiş yerleri
Riya
yalan hırçınlık ne varsa hepsi sönmüş Sıra
sıra yatarlar kullar aslına dönmüş
Ne
dostuna kin besler ne kaş çatar azarlar Ne
güzel komşuluk bu sıra sıra mezarlar Benim
diyen mağrurlar ne kocaman baştılar Sorun
kendilerine nereye ulaştılar
Tanımadı
Yunus'u bilmez Hacı Bektaş’ı Makamından
yücedir başında mezar taşı
Şu
hasta yatan benim şu ağlayan göz sensin Ben
seni ben bilmişim ayrı durma bendensin
Aynı
tarlaya akar su taşıyan arkımız Ben
Ali'yim sen Ömer niçin olsun farkımız
Bilim
teknik kırk boğum yapıyorken Fırat'ı Niçin
geçmeyelim kurduğumuz sıratı
Uyuşmaz
olur muyum insan ile din ile Neyimiz
bölüşülmez Rab bil Âlemin ile
Uzun
olma ey dilim gel gönül kendini bil Yedi
âlem içinde insanı insanca bil
Gün
gelir yolcu gider yol gider han da gider İsmi
cismi hiç olur Hasan Turan'da gider [1] Bana: 07. 11. 2001
tarihinde yazdığı bu vasiyet mektubunu Ankara’daki adresime göndermişti. Tıpkıbasımını
yayımladığım mektup onun geride bıraktığı, benim armağan ettiğim daktiloyla
yazdığı en son mektup oldu. Parmakları başka bir daktilo tuşuna inmedi bir
daha… |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] - 17/01/2024 |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! - 02/10/2022 |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! |
ÇÖL YEMEN’DE CAN VERENLER - BİRİ MEMET BİRİ MEMİŞ - 28/06/2020 |
emen: Arap Yarımadasının Güneybatı köşesinde olup, mutluluk anlamına gelen bir sıfatla nitelendirilir. Fakat bu sözcük Türkler için geçerli değildir. |
Bunca âşıkların bir hoşu Mahzuni…"İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM " - 19/05/2020 |
1940 yılında Kahraman Maraş'ın Elbistan ilçesinin Berçenek köyünde doğdu. (Dostları onun 1938 yılında doğduğunu ifade etmektedirler.) |
ONU AZRAİL APARDI… - 24/04/2020 |
Yallah şoför yallah apar beni / Kerkük’e tez yetir beni. |
BU TOPRAĞIN TÜRKÜLERİ - 12/04/2020 |
Bu toprağın türküleri gönlümüze ferman, yüreğimize derman olmuş. |
ÇUKUROVA'DA KARACAOĞLAN ÇIĞIRMAK - 31/03/2020 |
Çukurova'yı; Mersin-İskenderun sahil şeridinden, Güneydoğu Toroslar'ın eteklerine |
BİR OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM… - 15/03/2020 |
Ben türkülere, Çukurova’ya, Toros dağlarına sevdalıyım. Sevdam: Anamın beni tarlada doğurmasından, sekiz yaşına kadar ayakkabıyı tanımayışımdan, yufka ekmeği fırın |
“Sokrat Okuyan Köylüler” - 16/02/2018 |
BEN ÇOK DUYGULANDIM. SİZİ BİLMEM. SELAMLARIMLA. |
Devamı |