Halil Atılgan
incirgedigi@gmail.com
TÜRKÜ SEVEN ATATÜRK[1]
09/11/2013 Toplumların hayatında türkü kültürünün önemli bir yeri vardır. Milletimiz ise, türkülerle bütünleşmiş, sevincini, kaderini, kara gününü bile türkülerle dile getirmiştir. "Türkü anlamak için türkü dinlemek gerek" özdeyişinin çıkması, türkü konularının çeşitli olması, ozanlarımızın türkü üstüne şiirler döktürmesi, türküyle türkülerimizin anlatılmasının temelindeki sebep de budur.
"Koşar
telden tele dökülür saza
Diyen Halil Soyuer'in
dörtlüklerinde olduğu gibi, kendimizi söylemişiz türkülerle. Türküyle yatmış,
türküyle kalkmış, onunla yunmuş arınmışız. Hâsılı insanımızın çeşitli duygu ve
düşüncelerinin tek dile gelme aracı olmuş türkülerimiz. Büyük Usta Âşık Veysel "Sazım ben gidersen sen kal dünyada -
Gizli sırlarımı aşikâr etme" diyerek bağlamanın dertlerimize yoldaş,
türkülerimizin de iyi bir sırdaş olduğunu açıkça ifade etmiş. Halkımızın yaşama
mücadelesinin dile ve tele yansımasını sağlayan türkülerimiz; Aydın'da zeybek,
Toroslar'da bozlak, Erzurum'da Tatyan, Karadeniz'de Yol Havas, Urfa'da Hoyrat,
Malatya'da ise Arguvan olmuş dökülmüş yüreğimize. Yüreğimize dökülen türküler
yâr üstüne, gurbet üstüne, ayrılık üstüne, turna üstüne.
Âşık
Veysel;
"Hep beraber
gelin kızlar “Bağlama dediğin
üç tel bir tahta Niğdeli
Fikret Dikmen;
diyerek
türkü üstüne türküler yakmışlar.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu; "Nerede bir köy türküsü duysam
şairliğimden utanırım" diyerek türkülerdeki şiiriyetin önemini
vurgulamış. Cahit Öztelli ise; Evlerinin Önü adlı kitabından aktardığımız
aşağıdaki küçük hikâye ile türkü kültürünün toplumların hayatında önemli bir
unsur olduğunu açıkça ifade etmiştir. (Evlerin Önü sayfa 11) Hikâye şöyle:
"Büyük Sezar: Roma
İmparatorluğu'nun başında. Roma'ya bağlı iki ülke yanyanadır. Bu ülkelerden
biraz büyüğü öteki ülke halkının kendilerine katılmasını istemektedirler. Bunun
için Sezar'a başvururlar. Sezar belli bir süre sonra gelmelerini, sonucu o
zaman bildireceğini söyler. Sezar ülkelere gönderdiği müfettişlere iki küçük
ülkenin türkü kültürünü incelettirir. Dilleri yakın olmakla birlikte türküleri
her bakımdan ayrı nitelikledir. Onun üzerine gelenlerin isteklerini kabul
etmez." Hikâyeden
de anlaşıldığı gibi türkü kültürü farklı olan iki topluluktan biri, diğerinin hâkimiyetini
kabul etmez. Bu da; türkü kültürünün bağımsızlık sembolü olduğunun bir
ifadesidir. Milletimizde de bu özellik oldukça güçlüdür. Türk milleti ileri
düzeyde bir türkü kültürüne sahiptir. Buna verilen önem bu milletin bağrından
10.000 halk ezgisinin doğmasına sebep olmuştur. Hiçbir milletin 10.000 halk
ezgisine sahip olduğu vaki değildir. Bu da gösteriyor ki; türkülerimiz
milletimizin kendisidir.
"Sabahınan
erken çifte giderken / Öküzüm torbadan düştü gördün mü,"
Bir başkasında ise;
"Buyurun
arkadaşlar davetim var benim Bir
başka türküde de:
diyerek
ağıtını yakmış. Bir başka türküde de: "Konma
bülbül konma nergis dalına / Öldürürler sine bir yâr yoluna" diyerek
bülbüle seslenmiş.
"Gök yüzünde
bölük bölük turnalar
Diyerek turnaya sitem etmiş. Turaç
üstüne yaktığı şu türküde de:
Diyerek
nesli biten ve de Çukurova'nın simgesi olan turacı da ölümsüzleştirmiştir. Gökte
uçar huma kuşu Bilmeyenler
atar taşı Enginlik gönülün işi Engin ol gönül engin ol Teslim
Abdal özüm Hak'tır Sözümün
yalanı yoktur Engin
söyle büyüklüktür Engin
ol gönül engin ol"
Dörtlükleri gönüle verilen
değerin, engin gönüllü olmanın yüceliğini ifade etmektedir. İşte milletlerin
hayatında kültürün önemini bilen Atatürk; "Türk Milletinin Temeli
Kültürdür" özdeyişi ile tabir yerindeyse masaya yumruğunu vurmuş, millî
kültür politikasının temelini atmış, devletin yokluklar deryasında yüzmesine
rağmen kültür konusunda önemli hamlelerin yapılmasını sağlamıştır.
Halkevlerinin kurulması "Türk Milletinin Temeli Kültürdür"
özdeyişinin uygulamaya konuluşudur. Bunu sağlamak için 10 Şubat 1932'de Türk
Ocaklarının yerine Halkevleri kurulmuştur. Halkevleri maharetiyle derlenen halk
kültürü ürünlerinin bir kısmı yayımlanmış bir kısmı da fişlenerek Türk Dil
Kurumu'na gönderilmiştir. Türk kültürünün derlenmesi ve değerlendirilmesi
yönünden halkevleri önemli hizmetler yürütmüş, birçok folklor ürünleri
halkevleri sayesinde yazıya geçebilmiştir. Halk oyunları, halk şairleri,
mahallî halk müziği sanatçıları ilk defa bu kuruluşlar vasıtasıyla eserlerini sergileme
fırsatı bulmuş, halk oyunları ve el sanatlarımız ise yine halkevleri sayesinde
yaşatılmıştır.
O dönemde kurulan, kültürümüzün
derlenip toparlanmasında önemli görev yapan halkevleri ve yayın organları şu
şekilde sıralanabilir.
Halkevi
Yayın Organının Adı Bulunduğu İlin Adı
Anafarta :
Çanakkale
olmak
üzere 50 halkevi bütün olumsuzluklara rağmen yaklaşık 51 dergi yayınlayarak,
Türk kültürünün günümüze aktarılmasında önemli bir köprü olmuştur. 2000 yılında
folklor içerikli yayınların nüfus oranına göre bu sayıya ulaşmaması oldukça
dikkat çekicidir. 2000 yılı itibariyle ülkemizde yayınlanan belli başlı kültür
dergileri ise:
İçel
Kültürü :
İçel
Olarak tespit edilmiştir.
Bunların dışında Kerkük, Kırım (Emel) ve Azerbaycan Türklerinin (Azerbaycan) çıkarmış olduğu dergiler de bu
kategoriye dâhil edilebilir. Yukarıda saymış olduğumuz dergiler Atatürk
dönemiyle mukâyese edilecek olursa, TBMM'sindeki bayan milletvekili sayısında
olduğu gibi istenilenin çok altındadır. Atatürk döneminde 1935 seçimleri
itibariyle meclisteki bayan milletvekillerinin sayısı 18'dir. Milletvekili
sayısı 400'dür. 2000 yılında bayan milletvekili sayısı ise 22'dir. Milletvekili
sayısı ise 550. Atatürk döneminde 18 olan bayan milletvekili sayısının 2000
yılında üç beş katı olması gerekirken istenilen artış sağlanamamıştır. Bu da
ülkemizin o günden bu güne dergi sayısında olduğu gibi kat ettiği mesafenin bir
göstergesidir.
1972 yılında ilk yapılan nüfus
sayımında Türkiye'nin nüfusu on üç milyondu. 1995 yılında yapılan nüfus
sayımında ise Türkiye'nin nüfusu 65 milyon küsürdür. Buna göre; 2000 yılında
ülkemizde yayınlanan dergi sayısının nüfus oranına göre oldukça fazla olması
gerekirken maalesef geriye gitmiştir. Bu da okumayan bir nesle ait televole
kültürünün ortaya çıkmasını sağlamış, ciddî meseleler ikinci plânda kalmış,
magazin kültürü ise başköşeye oturmuştur. Hâlbuki Atatürk, Türk kültürünün:
Gelenek, Görenek, Halk
İnançları, Halk Hekimliği, El Sanatları, Halk Mutfağı
İşte O: "Musikî ile ilgisi
olmayan mahlûkat insan değildir" diyen, musikî ile ilgisi olmayanın hayvan
bile olamayacağını, müzik dinleyen ineğin dinlemeyene göre daha fazla süt
vereceğini, hastalıkların bile müzikle tedavi edildiğini bilen bir
cumhurbaşkanıdır. O, öyle bir cumhurbaşkanıdır ki; araştırma yaptıran, segâh,
nihavent, rast makamlarını, diyezi bemolü bilen, türküleri başkalarına
öğretecek kadar bilgi birikimine sahip olan,
"Câna rakibi
handan edersin
şarkısındaki
"edersin-i idersin, etmi-yi
itme" olarak telaffuz edenlerin diksiyon bozukluklarını düzelten bir
cumhurbaşkanıdır. Meşklerinde; Tamburacı Osman Pehlivan'ı, Sadi Yaver Ataman'ı,
Neyzen Tevfik'i, Safiye Ayla'yı, Ankaralı Köfteci Cafer'i, Diyarbakırlı Celal
Güzelses'i dinleyen, Celal Güzelses'e Şark Bülbülü ünvanını veren, Yemen
Türküsü'nü dinlerken ağlayan, bozlak açısının bir nevi taksim olduğunu
söyleyen, "Musikî insana gerek
değil, insanın kendisi zaten musikîdir" diyen bir cumhurbaşkanıdır.
Bülbülüm altın kafeste; Vardar Ovası, Manastırın ortasında vardır bir havuz türkülerinin
radyoya geçmesini sağlayan, Antalya'ya giderken resmî konvoyu durdurarak bir
çobana demirciler demir döver tunç olur türküsünü söylettirip 50 lira veren,
Türk'ün bağlamasını tanıyan, türküler söyleyen, "Anadolu'nun kültürü işte bu küçük sazın içindedir"
diyerek bağlamaya değer veren bir cumhurbaşkanıdır. Döneminde İstanbul Belediye
Konservatuvarı tarafından derlenerek defterler halinde yayınlanan
Anadolu Halk Türküleri kitaplarını inceleyerek kitaplarda yayınlanan; Turnalar :Sivas
Kahpe Felek Kinin mi Var Alacak Ankara Misketi Mızıka Çalındı Düğün mü Sandın Ey Benim Mestane Gözlüm Çanakkale İçinde Vurdular Beni İki Dilber Söyleşirler Gel
Gidelim Daylere Bülbülüm Altın Kafeste Vardar Ovası Pencere Açıldı Bilâl Oğlan Dağlar Dağlar Viran Dağlar Alişimin Kaşları Kare Manastır'ın Ortasında Var Bir
Havuz Ayağına Giymiş Sedef Nalini Gide Gide Yarelerim Delindi Köşkün Var Deryaya Karşı Yemenimin Uçları Zeynep Bu Güzellik Var mı
Soyunda Atladım Bahçene Girdim Ölüm Allah'ın Emri / Ayrılık
Olmasaydı Şahane Gözler Şahane Havada Bulut Yok Bu ne Dumandır Keten Gömlek Giyer Evlât
Teninden Nazik Yemenimde Hare Var Alıverin Bağlamamı Çalayım Yanık Ömer Saadettin Kaynak Elâ Gözlerine Kurban Olduğum
Saadettin Kaynak Batan Gün Kana Benziyor
Saadettin Kaynak Ey Benim Mestane Gözlüm
gibi
türküleri bizzat söyleyen bir cumhurbaşkanıdır.
Rast,
nihavent ve segah makamlarını çok seven; Ben
Şehid-i Bâdeyim Dostlar Beni Yadeyleyin
Adlı
şarkı ve gazelleri söyleyen, söylenirken eşlik eden, zeybek oynayan, Balkan
Festivalinde Artvin barına adını verdiren, halk oyunları oynanırken "Bu figür şöyle olsa daha iyi olur"
diyerek müdahale eden, oyun figürüne varıncaya kadar inceliklerini düşünen ve o
estetiği yaşayan bir cumhurbaşkanıdır.
Kısaca o trkü sevdalısı bir
cumhurbaşkanıdır. Tamburacı Osman Pehlivan, Sadi Yaver Ataman onun türkü
sevdasına ilk şahit olan sanatçılardandır. Sadi Yaver Ataman onun türkü
sevdasını, Atatürk ve Türk Musikisi aldı kitabında şöyle dile getirmektedir:
"Zaferden sonra Atatürk'ün İstanbul'a ilk gelişleriydi. 1927 Temmuz ayına
rastlamaktadır. Zamanın ünlü yazarlarından Ahmet Rasim Bey, Tamburacı Osman
Pehlivan'la beni bir akşam Dolmabahçe Sarayı'na götürmüştü. Anadolu'dan
İstanbul'a tahsile gelmiş 17-18 yaşlarında bir gençtim. Ahmet Rasim Bey beni
Kadıköy Şark Musikisi Cemiyeti'nden tanıyordu. Bağlama çaldığımı da bildiği
için Atatürk'e beni de dinletmek istemiş. O sırada (1927) halk musikîsi diye meydanda
birşey yoktu. Köylerde kapalı bir folklor hayatı vardı. Memleketimizde henüz
yeni kurulmuş, İstanbul büyük postahanenin üst katında yayınlar yapan radyoda
ağırlığını Klâsik Türk Musikîsi fasılları teşkil eden programlar arasında halk
musikisî olarak Tamburacı Osman Pehlivan bir de ben vardım. O zaman yeni
hareket sayılan bu yayınları Atatürk dinlemiş, ya da dinleyenlerden duymuş
olacak ki, daha önce tanıdığı Osman Pehlivan'la beni de dinlemiş olacaktı. O
akşam böyle seçkin bir toplantıya ilk kez katılmış olmanın, hele Atatürk gibi
gönlümüzde yüceliğini hissettiğimiz büyük bir insanın huzurunda bulunmanın
aşırı heyecanı içinde salona girdiğim de uzak yemek masasının baş tarafında
oturan Atatürk'ü yüreğim çarparak selâmladım. Başını hafifçe eğerek selâmladı.
Ahmet Rasim Bey'e nazik bir gülümsemeyle:
Şöyle buyurun Ahmet Rasim
beyefendi diye yanına çağırdı. Bizi büyük yemek masasının karşısına gelen yerde
küçük bir masaya oturttular. Bir Anadolu çocuğu için ilk anda bana garip
görünen beyaz ceketli, papyon kravatlı, siyah pantolonlu gayet şık garsonlardan
biri yanımıza gelerek ne içeceğimizi sordu. Osman Pehliven rakı istedi. Biraz
sonra küçük bir sürahi rakı, küçük tabaklar içinde çeşitli mezelerde sofrayı
donattı. Bardaklara rakı koyarak gitti. Ben içki içmediğim için kadehe el
sürmedim. Osman Pehlivan bardaktaki rakıyı bir hamlede içti. Boğazına son
derece düşkün olan Pehlivan küçük tabaklardaki mezeleri de sildi süpürdü.
Kaçamak bakışlarla Atatürk'e bakıyordum. Son derece hareketli mimiklerle
konuşuyordu. Ne konuştuğunu aradaki mesafe dolayısıyla duyamıyordum. Bir ara
gözü bize ilişti. Yerinden kalktı. Bize doğru geldi. Ayağa kalkarak tâzimle
selamladık.
Osman Pehlivan'ı evvelce
tanıdığı için Rumeli şivesiyle: A be Pilivan Aga sıpırtıriyer misin ba? diye
takıldı. Osman Pehlivan aynı şive ile cevap verdi. Arada kâzi (sırada)
sıpırtıriyerim be Paşam. Atatürk sofradaki boş tabakları görünce durumu
anlamış, garsona işaret ederek sofrayı yeniden donatmasını istemişti. Ahmet
Rasim Bey beni takdim etti: “Efendim
Anadolu sazı çalıyor. İstidatlı bir genç.” Atatürk hafif bir gülücükle
elini uzattı. Saygı ile elini öptüm. Eli sıcak ve yumuşaktı. Biraz ötede bir
koltuğa oturdu. Tamburacı Osman Pehlivan'ın çalıp okuduğu birkaç Rumeli
türküsünden sonra Ahmet Rasim Bey'in işaretiyle bir zeybek havası çaldım.
Bitirdikten sonra ayağa kalktı. Yanımıza geldi. Buna hitap ederek: Güzel
çalıyorsun dedi. Bu sazı nereden öğrendin?
-Safranbolu'da
öğrendim efendim. -Sen
oralı mısın? Dişçi
okuluna girdim. Türkiyat Enstitüsüne ve Konservatuvara da devam ediyorum
efendim. -O iyi işte. Sanatı bilgi ile teçhiz
etmekte fayda vardır.
Heyecanım yavaş yavaş
geçiyordu. Atatürk:
-Bununla bir taksim yapabilir
misin? - Bir
bozlak ayağı yapayım efendim. -
O
ne demek? -
Bir
uzun hava çeşididir efendim. -
Uzun
hava dediğin güzel gibi bir şey mi? -
Bazı
farklar vardır efendim -
Ne
gibi?
Artık iyice açılmıştım. Bu
büyük insanın etrafıma ferahlık veren yumuşak bir havası vardı. Belli ki
imtihan ediyordu. Sofiyane cevaplar verişim hoşuna gitmiş olacak ki hafif bir
gülücükle beni dinliyor.
Gazelin kendine has uslûbu ve
icra tarzı olduğunu matla denilen bir girişten başlayarak zemin, meyan karar
gibi şekle ait saflaharı bulunduğunu, taban seslerden başlayarak çıkıcı bir
seyirle Türk musikîsinin sesle yapılan bir taksim niteliği taşıdığı, uzun
havaların ise böyle bir şekle tabii olmadığını her bölgeye mahsus değişik
ağızlar halinde, genellikle doruk seslerden başlayarak tabana inen, serbest
ölçülü bir ırlama tarzı olduğunu hiç kekelemeden anlatmaya çalıştım.
Atatürk: "Irlama ne demek" diye sordu. Bozlak tarzı uzun havaların
yaygın olduğu yaylacı Türk toplulukları arasında genellikle türkü çağırmaya "ırlama" denildiğini söyledim.
"Haydi öyle ise dinleyelim" dediler.
Bir bozlak ayağı yaparak, oyun havasına bağladım. Bitirdikten sonra sazı
kendisine vermemi istedi. Aldı tellerine bir dokundu ve hiç unutamadığım şu
sözleri söyledi. "Genç arkadaşıma
teşekkür ederim. Bize Anadolu'nun güzel havasını getirdi. Bir milletin kültür
ve sanat karakterini, seviyesini, millî geleneklerine bağlı kalarak medeni
dünyanın kendisine ayak uydurmaya mecbur olduğumuzu unutmamalıyız. Bunu bu
vesile ile söylemekten de memnunum. Beyler bu bir Türk sazıdır. Bu küçük sazın
içinde bir milletin kültürü dile geliyor. Bu küçük sazın bağrından kopan
nağmeleri bu istikamette geliştirmeye ve değerlendirmeye kıymet ve ehemmiyet
verilmelidir" diyerek sözlerini noktaladı. Ancak Atatürk'ün: "Beyler bu bir Türk sazıdır. Bu küçük
sazın içinde bir milletin kültürü dile geliyor... Kıymet ve ehemmiyet
verilmelidir" cümlesi çok önemlidir. Hayalindeki musikî devrimi de bu
cümlenin içindedir. Bu cümle çok iyi analiz edilerek Atatürk'ün musikî devrimi
gerçekleştirilmelidir.
SONUÇ:
Atatürk Cumhuriyet tarihinde
musikîyle yakinen ilgilenen, şarkı türkü ve gazel söyleyen, Ankara'nın
Misketine oynayan, mahallî halk müziği sanatçılarını dinleyen, değer veren ilk
ve tek cumhurbaşkanıdır. Acaba cumhuriyet tarihinde mahallî bir halk müziği
sanatçısı Çankaya Köşküne çıkıp da Türkiye Cumhurbaşkanının huzurunda kendi öz
sazını çalıp türkü söylemiş midir? Bırakın söyletmeyi hangi cumhurbaşkanı
Tamburacı Osman Pehlivan'ı, Sadi Yaver Ataman'ı Kırşehirli Çekil Ali'yi, Keskinli
Hacı Taşan'ı, Fethiyeli Topal Ramazan'ı, Kütahyalı Hisarlı Ahmet'i (İnegöllü), bilir. Bilmesini bırakın Türk
Halk Müziği konusundaki yerinden ve hizmetinden bile haberdar değildir.
Maalesef ülkemizde
cumhurbaşkanları, senfoni orkestrasını dinler, operaya gider psikoloji hâkimdir.
İşte bu psikolojiyi kıran büyük insan türkü sevdalısı Atatürk'tür. O hemen
Kastenyet'i dinlemiş, hem de türkü söylemiştir. Fakat gelenler bu düşünceyi
devam ettirememişlerdir. Senfoni orkestrasını dinleyip "İşte çağdaşlık budur" diye ahkâm kesen bir
cumhurbaşkanıyla Atatürk arasındaki fark budur. Bu hem devlet adamlığında bir
çığır, hem de engin gönüllü olmanın en yüce vasfıdır. Zira o Atatürk'tür. Türkü
seven en büyük Türk’tür. "Türk
olmak, üstün olmak için kâfidir"diyen bir Atatürk'tür. Onun için de
Atatürk'ten sonra gelen cumhurbaşkanları belirli bir türkü ve şarkı
repertuvarına sahip olmadan, falanca cumhurbaşkanının sevdiği şarkı ve türküler
adlı bir kitap yayınlanmadan günlerini tamamlamışlar, bize de: O meşhur arabesk
şarkıyı bırakmışlar.
"Allah Allah
bu nasıl sevmek
Eğer Atatürk gibi Türkiye
Cumhuriyetinin cumhurbaşkanları Türk kültürüyle yakinen ilgilenselerdi, zeybek
oynayarak Ankara'nın Misketini çaldırıp söyletselerdi, millî kültür ve millî
müzik politikası belirli bir çizgiye oturur, sanat özelliği taşımayan eserler
toplumumuzun boşuna vaktini almaz, tele vole kültürü, hamburger gençliği de bu
kadar başını alıp gitmezdi. [1] Atatürk
Kültür ve Tanıtım Vakfı I. Uluslararası Atatürk ve Türk Kültürü Sempozyumunda, (6
– 8 Ekim 2000) tebliği olarak sunulmuş İngilizceye de tercüme edilmiştir. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] - 17/01/2024 |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! - 02/10/2022 |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! |
ÇÖL YEMEN’DE CAN VERENLER - BİRİ MEMET BİRİ MEMİŞ - 28/06/2020 |
emen: Arap Yarımadasının Güneybatı köşesinde olup, mutluluk anlamına gelen bir sıfatla nitelendirilir. Fakat bu sözcük Türkler için geçerli değildir. |
Bunca âşıkların bir hoşu Mahzuni…"İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM " - 19/05/2020 |
1940 yılında Kahraman Maraş'ın Elbistan ilçesinin Berçenek köyünde doğdu. (Dostları onun 1938 yılında doğduğunu ifade etmektedirler.) |
ONU AZRAİL APARDI… - 24/04/2020 |
Yallah şoför yallah apar beni / Kerkük’e tez yetir beni. |
BU TOPRAĞIN TÜRKÜLERİ - 12/04/2020 |
Bu toprağın türküleri gönlümüze ferman, yüreğimize derman olmuş. |
ÇUKUROVA'DA KARACAOĞLAN ÇIĞIRMAK - 31/03/2020 |
Çukurova'yı; Mersin-İskenderun sahil şeridinden, Güneydoğu Toroslar'ın eteklerine |
BİR OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM… - 15/03/2020 |
Ben türkülere, Çukurova’ya, Toros dağlarına sevdalıyım. Sevdam: Anamın beni tarlada doğurmasından, sekiz yaşına kadar ayakkabıyı tanımayışımdan, yufka ekmeği fırın |
“Sokrat Okuyan Köylüler” - 16/02/2018 |
BEN ÇOK DUYGULANDIM. SİZİ BİLMEM. SELAMLARIMLA. |
Devamı |