Halil Atılgan
incirgedigi@gmail.com
KUŞÇUSOFULU DA BİR OZAN ALİ DURNA
03/01/2016
Geçmiş yıllarda Karaisalı’da
yapılan Âşıklar Bayramında Kuşçusofulu’dan Âşık Ali Durna’yı tanımıştım. Kendisi ile sohbet etmek, şiirlerinden örnekler dinlemek bir
türlü kısmet olmamıştı. Görüşmek
istediğimi Çatalanlı Veysel Güngör, Karaisalı’nın meşhur eniştesi kendi
tabiriyle “Afara” Karaisalılı Ahmet Kurmuş, Karaisalılı güreşçi Fevzi Karakuş’a da
bahsetmiştim. Hemşehrilerimiz bu
arzumuzu gerçekleştirmek için harekete geçtiler.
28. 08. 1994 tarihinde Ahmet
Kurmuş, Ahmet Özen, Fevzi Karakuş’la birlikte saat 17 00 sularında Çatalan’a
ulaştık. Veysel Güngör’ün dükkânına konuk olduk Hoşbeşten sonra derleyeceğimiz
âşığın ne zaman geleceğini sorduk. Veysel Bey bizim oraya gideceğimizi söyledi.
Hazırlıklar yapıldı. Köye telefon edildi. Bizleri beklediklerini öğrendik.
Veysel Beyin minibüsü ile yola revan olduk. Bu arada akşam olmuş, ezan okunmuş,
karanlık çökmüştü.
Karaisalı – Çatalan asfaltından
ayrılarak Kuşçusofulu köyü yoluna koyulduk. Yol stabilize. Takriben 20km’lik
bir yol kat ettikten sonra köye girdik. Ali Durna’nın evine vardığımızda saat
21 00 olmuştu. Ali Ağanın “yan ev” dediği
yer minderli odasına konuk olduk. Hoşbeşten sonra sohbet başladı. Fakat ben de
dâhil çok acıkmıştık. Aradan çok zaman geçmemişti ki sofra kuruldu. Yufka
ekmekler dağıtıldı. İnek yağı ile
kavrulan tavuk bulgur pilavıyla birlikte ortaya konuldu. Köy tavuğunun lezzetini gören bizler sunî ile
tabiiliğin arasındaki farkı bir kez daha yaşadık. Çok şükür karnımız doydu. Sıra
Ali Durna ile ilgili çalışmaya gelmişti.
Kuşcusofulu Adana’nın Karaisalı
ilçesinin Çatalan beldesi sınırları içinde, Çatalan’ın kuzeyinde, Karaisalı’nın
doğusunda. Adana’ya 60, Karaisalı’ya 80, Çatalan’a 19km. Rakımı 300- 400metre
civarında. Batısında Kaldağı, güneyinde Nuhlu, kuzeyinde Maden köyü
sınırlarıyla çevrili. 32 hane olan Kuşcusofulu Cingöz köyü ile bir
muhtarlık. Elektrik ve su sorunu yok.
Her evde radyo-televizyon gibi iletişim araçları mevcut. Köyün ne zaman
kurulduğu, bu yerleşim birimine nereden ve nasıl geldikleri bilinmiyor.
Âşık Ali Durna kısaca tanıtmaya
çalıştığımız Kuşçusofulu köyünden Hatıpoğlu ( Hatipoğlu) sülalesinden. Babası
Mehmet, anası Ayşe. 1945 yılında dünyaya gelir. 7- 8 yaşlarında iken kendi
kendine okuma yazmayı öğrenir. Sesi de güzeldir. Çevrede Karacaoğlan türküleri
çok söylendiği için, Ali de bu yaşlarda başlar Karacaoğlan türküleri söylemeye.
Okuma yazmayı öğrenmesi onun Karacaoğlan türkülerini söylemesini daha da
kolaylaştırır. 9 – 10 yaşındayken babası
vefat eder. Ailenin en büyük çocuğu olduğu için ailenin geçimini temin etmek
Ali’ye düşer. Çobanlık, orman işçiliği yaparak evin geçimini sağlar. Bu
meşguliyeti askere gidinceye kadar devam eder. Ancak askere gitmeden önce Nuhlu
köyünden Süleyman Ağanın kızı Hamide’ye âşık olur. Hamide’yi 1965 yılının Mart
ayında kaçırır. Yeni evlenmiş olmasına rağmen aynı yılın 23 Eylül’ünde askere
alınır. Yer Sivas. Birliği: I. Temel Tabur 4. Bölük. İki ay temel iki ay da
ihtisas eğitimi yaptıktan sonra Askeri Şoför Okuluna gönderilir.
Eğitimini tamamladıktan sonra
levazım bölüğünün ekmek arabasının şoförü olur. Askerlik bitimine çok az bir
zaman kala önemli bir rahatsızlık geçiren Ali Durna 45 günlük hava değişimine
gönderilir. Bu istirahattan sonra geri kalan 33 günlük askerliğini Gaziantep
Piyade Alayının I. Bölüğünde tamamlayarak 23 Eylül 1967 de terhis olur.
Askerlikten sonra köyüne dönen Ali Durna 1972 yılına kadar çiftçilik yapar.
Aynı yılın sonunda arkadaşıyla ortaklık bir kamyon alır. 1975 yılına kadar
çalıştırır. Fakat iflas ederler. 1979 yılında kardeşiyle ortaklık bir kamyon
daha alır. Fakat yine belini doğrultamaz.
İşler kesat gider. Tek çare Adana’ya gidip şoförlük yaparak geçimini
temin etmektir.
Düşündüğünü uygulamaya koyar.
1984 yılına kadar Adana’da şoför olarak çalışır. Aynı yıl Çatalan Orman Bölge
Şefliğine şoför olarak atanan Ali Durna 1987 yılına kadar Akarca bölgesinde
bekçi olarak görev yapar. 2001 yılında da aynı kurumdan emekliye ayrılır. Ali
Durna 4 kız, dört erkek olmak üzere sekiz çocuk babasıdır.
ÂŞIKLIĞI VE SANATI
Ali Durna’nın şiir yazıp türkü
söylemeye başlaması Karacaoğlan sevgisinden kaynaklanmaktadır. Ondaki
Karacaoğlan sevgisi kendiliğinden okuma yazma öğrenmesini sağlamıştır. 7–8
yaşlarında okuma yazmayı öğrenen Ali Durna sürekli Karacaoğlan okumuş. Birçok
dörtlüklerini de ezberlemiş. Çukurova’da bir gelenek vardır.“Karacaoğlan çığırmak.”Ali de akranları
içinde en iyi Karacaoğlan çığıranlardan biridir. Bir gün arkadaşı Hüseyin
Karaoğlan’la birlikte ava giderler. Avlanırken:
Koyun
gelir kuzuyunan Ayağının tozuyunan Gelin Ayşe suya gitmiş Yanı körpe kuzuyunan
Diyerek
türkü söyleyen bir Yörük kızına rastlar. Yörük kızı ve türküsü Ali’yi çok
etkiler. İçi burkulur. Tüyleri diken diken olan Ali etkilenişini şöyle dile
getirir.
Nasıl terk eyledin
dağların ıssız Soldu
koynundaki gül Yörük kızı Artık bundan
sonra yaşa kavgasız Ara da
dengini bul Yörük kızı Nasıl yürüdün
o yolu yayan Âşık baban
senin fiyatın koyan Sekişin
kekliktir bakışın doğan Elbet bir
sevdiğin var Yörük kızı Elli
bin vermişler yüz bin de azdır Temmuz da
büyümüş gerdan beyazdır Çıkışın
ilkbahar yürümen yazdır Elbet bir
sevenin var Yörük kızı
Eladır
gözlerin karadır kaşın Arasam
dünyayı bulunmaz eşin Tavus kuşu
gibi kınalı döşün Elbet bir
sevenin var Yörük kızı Der
ama şiirde adını kullanmaz. Yani tapşırmaz. Zira Yörükler birbirine çok
tutkundur. Adı bilinirse kendisine kötülük yapılacağından korkar. Ali’nin taş
başına oturan Yörük kızına yazdığı dörtlükler ilk şiiridir. Bundan sonra o da
başlayacaktır Karacaoğlan gibi her Türkmen güzeline türkü söylemeye. Nitekim de
öyle olur. Çeşme başında su dolduran, ekin biçen, ot kazan güzeller Ali’nin
gönül telinin titremesini, duygularının kabarmasını, elini kulağına atarak türkü
söylemesini sağlar. Zira o, türküyle doğmuş, büyümüş, türküyle de ölecektir.
Ali bütün şiirlerini türkü olarak
bilmekte, yörede bilinen Karacaoğlan ağzıyla da seslendirmektedir. Kuyudan su
götüren köylü kızına irticalen söylediği türküsü şöyledir: Kırlangıçlar yuva yapar kayaya Canım kurban
senin gibi mayaya Günde akşam
suya gelin kuyuya Helke olan
kollarına sevdiğim Eğlen bir su
ver de içem helkeden Ne güzel
yaratmış seni halk eden Temmuz
aylarında çıkma gölgeden Doğan güneş
seni yakar sevdiğim Yemin ettim
helal etmem hakkımı Aldın
başımdaki olan aklımı Vakti sabah
şafak yeri söktümü Uyansam
aklıma düşen sevdiğim Varamam
sevdiğim dağların ardı Abin gelip
beni kimlerden sordu Baban bir
vurmada dişimi kırdı Onulmaz
dertlere koydun sevdiğim
Ali Durna
böyle ne çok sözlüsün Mekânda
münezzeh kalp de gizlisin Bu fani
dünyada bana gözlüsün Her daim
özlerim seni sevdiğim
Diyerek
güzellerle ilgili duygularını dile getirir. Ama gönlü yücelerdedir. Atmaca gibi
süzer tepeden. Dolana dolana seyreder etrafı. Zaman zaman pike yapar yüksekten.
Gözleri kirmen eğiren bir Türkmen güzeli arar. O Elif olur. Zala olur. Döndü
olur. Fark etmez. Döne döne inmek ister
çeşme başına. Karacaoğlan gibi güzel peşinde çarık eskitmeyi düşünür. Gönlü
Toros dağları kadar yücedir. Yüceden
yüceye Toros dağısın / Sabahın güneşi tez sana dizeleri gelir akılına.
Kendisi de böyle söylemek ister. Arkasını verir sekiye. Atar elini kulağına.
Karacaoğlan’dan bir türkü tutturur gönlünce:
“Sarı
edik geymiş goncu kısarak
Sarı edik geymiş
goncu dizinde
Der
demesine de, Emirler’den değil de Tereli’den bir kızın pınara inmesini ister.
Bağlaması yok ki vura teline. Değneğini alır. Bağlama yapar. Tereli çeşmesine
gelecek Türkmen güzelini gözlemeye başlar. Derken dileği kabul görür. Helkesi kolunda
su doldurmaya gelir Yörük kızları. Ali Durna kızlarla atışma yaparak
duygularını dile getirmek ister: Tıpkı Kerem ile Aslı gibi. Kızlar su doldurur
çeşmeden. Hem de Tereli Çeşmesinden. Kızlardan biri Ali’den önce davranır.
Düşündükleri diline yansır. Söyler içindekileri…
KIZ: Eğlen âşık konuşalım burada Aktı
gözyaşlarım döndü Fırat’a Evlenip
seninle ersek murada İnsafın
var ise kal burda burada
Fırsatı ganimet bilen Ali
bağlama yaptığı değneği ile dile getirir duygularını. Cevap verir.
ALİ: Benim derdim vardır senden de beter Viran olan bağda bülbül
mü öter Bu gurbet ellerde
çektiğim yeter Eğlenip burada durmak
olur mu
KIZ: Yârin bir gül ise ben de bülbülüm Söyler bülbül gibi
durmadan dilim Ancak beni senden ayırır
ölüm Âşık isen eğlen kal
burda burda
ALİ: Gezmediğim bir yer yurt da kalmadı Ne kadar dolaşsam çilem
dolmadı Kadir Mevlâ’m muradımı
vermedi Her kapıyı açıp girmek
olur mu
Tükendi takatim yoktur kararım Kayıp ettim yâri durmaz
ararım Nice yıldır ateşlere
yanarım Her geçene bir sır
vermek olur mu
KIZ: Gel âşık bu kadar yüksekten uçma Sırım gizli dersin
ellere açma Garip garip gurbet elde
dolaşma Kurban olurum kal burda
burda
ALİ: Koklayamam asla gonca gül olsan Bakamam yüzüne sırma tel
olsan Sen bir paşa ben de aciz
kul olsam Evlenip kapında kalmak
olur mu
KIZ: Âşık artık eyleme bu kadar nazı Bilmem ki feleğin nedir
garazı Ağlatıp durursun dertli
Iraz’ı Âşık insaf eyle kal
burda burada
ALİ: Ben garibim âşık oldum birine Onun için düştüm gurbet
eline Kargayı koymam bülbül
yerine Düşün ki yadları sarmak
olur mu
KIZ: N’olur âşık bana ismini bildir Çekip hançerini vur beni
öldür Yıllardır ağladım sen beni güldür İnsafın varise kal burda
burada ALİ: İsmimi nidersin yolcuyum bacı Yüreğime koydun büyük
bir acı Bulunmaz derdimin bunca
ilacı Zor edip de ayrı kalmak
olur mu
KIZ: Allah’ını seversen beni ağlatma Ağlatıp da şu sinemi
dağlatma Gizli sırlarımı bana
söyletme İnsafın var ise kal
burda burada
ALİ: Şunu söyleyeyim bana darılma Her geçen yolcuya varıp
sarılma Ben sana yâr olmam boşa
yorulma Eğlenip yanında kalmak
olur mu
KIZ: Âşık iyi dinle benim sözlerim Ağlamaktan görmez oldu
gözlerim Kapandı yolumuz tutmaz
dizlerim Eğlen âşık eğlen kal
burda burda
ALİ: Ali’m der ki gidip yâri bulurum Bulmaz isem hasretiyle
ölürüm Bulursam Zeynep’i geri
gelirim Her bahçeden bir gül
dermek olur mu
KIZ: Çok yalvardım sözlerime gelmedin Bildiğinden hiç geriye
durmadın Dertli Iraz’ınla bir dem
sürmedin Âşık insaf eyle kal
burda burada
ALİ: Ali Durna nice yıllar gezmiştir Tatlı canı gurbet elde
bezmiştir Sizi görüp yaralarım
azmıştır İstenmeyen yarayı sarmak
olur mu
Diyerek duygularını dile
getirir. Doğrusu istenmeyen yara sarılmaz. Sen de sarma benim yaramı diyerek
uzaklaşır. Ama içi yanıyordur. Gönül ateşi kor olmuş onu yakıp yandırmaktadır.
Bir mürşit arar. Bir yol gösterene ihtiyaç vardır. Ali bunun bilincindedir.
Sabırla koruk helva olur diyerek yoluna devam eder. Bir gün, beş gün derken
Çatalan Pazarında destan satan bir aşığa rastlar. Destancı: “Âşık
Ali’m der ki neden Kabul
etmezmiş beden İki
de bir pencereden Bakan
dilber benim olsa
Âşık
Ali’m der bu sözü Dayanmaz
herkesin özü Anne
baba kardeşinden Ayırıyor
elin kızı” Diyerek
destan satmaktadır. Destancı Karaisalı’nın Söğütlü köyünden Âşık Ali’dir. Yöre
söyleyişiyle Aşşık Ali… (Ali Şahin) Aşşık Ali’den çok etkilenen Ali Durna
söylenen dizelerde kendisini bulur. Fakat cesaret edip de Aşşık Ali ile
konuşamaz. Usta destancı ile konuşup sohbet etmemek içinde bir ukde olarak
kalır. Bir gün beş gün sonra bu dileğini yerine getirmek için Adana’ya gider.
Kuruköprü mevkiinde hayran olduğu Aşşık Ali’yi destan satarken bulur. Tanışırlar,
konuşurlar, birlikte destan satarlar. Bu beraberlikten sonra Aşşık Ali pir, Ali
Durna da onun müridi olur. Aşşık Ali, Karacaoğlan’dan sonra feyiz aldığı en
büyük ustadır. Onu örnek alarak destan yazıp satmaya başlar. İlk destan Varto
depremiyle, ikinci destanı da yöresinde yaşanan trafik kazasıyla ilgilidir. Ama
onun esas destanı güzellere yazılmış olanıdır.
Elif’i sorarsan gözlerin süzer Çekinmez kimseden
sakınmaz gezer Korkarım ki sana değecek
nazar Bu güzellik sende bil
kara gözlüm
Zeynep’i sorarsan
belleri ince Siyah saçını da dökmüş
kulunca Aklım aldın benim seni
görünce Bu güzellik sende bil
kara gözlüm Havva’nın gözleri
karadır kara Senin yüzünden gelsin bu
bela Düşmüşsün sevdiğim
duydum ki dile Bu güzellik sende bil
kara gözlüm
On sekize girmiş Emine’m
yaşın Mercan mıdır bilmem
ağzında dişin Satlıksan gel bana param
da peşin Bu güzellik sende bil
kara gözlüm
Diyerek
güzellere olan duygusunu dile getirir. Aslında yörede, çevresinde yaşanan her
olay onun destanına bir konudur. Konu buldukça yazdığı destanlar da
çoğalır. Üstelik destan satarak para da
kazanır. Fakat çevresi destan yazmasına, satmasına, sokak sokak dolaşarak
yazdıklarını dile getirmesine şiddetle karşıdır. Yörenin taassubu her gün biraz
daha büyür. Herkes Ali’ye engel olmak için elinden gelen gayreti gösterir.
Çünkü destan yazmak, satmak yöreye göre asaletli bir iş değildir. Ali buna
rağmen destan yazmaya devam eder.
Onun yazdığı tüm şiirleri
destan türündedir. Fakat o yazdığı şiirin destan olduğunu bilmeyecek kadar
konunun dışındadır. Karacaoğlan’dan başka tutar dalı olmadığı gibi, âşıklar
meclisine dâhil edecek kılavuzu da yoktur. Üstelik bir de toplum baskısı onu
gün be gün çaresiz bırakır. O bu konuda dümensiz bir kayıktır. Buna rağmen destan
yazmaya, türkü söylemeye devam eder. Yalnız elinden tutanının olmayışı işin
incelikleriyle ilgilenmesine engel olur. Onun için usta âşıklar gibi şiirdeki
ölçüyü, durağı, koşmayı, varsağıyı, şiirdeki hece yapısını bilemez. Şayet o da diğer âşıklar gibi bilmiş olsaydı,
âşıklar meclisinde yerini alacak, bir mürşide özünü bağlayacak, daha ustaca
şiirler yazma fırsatını bulacaktı. Fakat yöredeki toplumsal baskı onun bu
konuda ileriye gitmesine mani olur. O
bunu açıkça söylemese de boynunu bükerek ifade eder.
Anlatılanlara göre: O bu konuda
yalnız ve çaresizdir… Çaresizliği gün be gün artar. Kahrından yazdığı
destanlarına sahip çıkmaz. Yazılanların bir defterde toplamasını dahi düşünmez.
Onun için de tüm yazdıkları yok olup gider.
Gidenleri maalesef geri
getiremedik. Sadece hafızasında kalanlarla yetindik. Daha erken Ali Durna’ya
ulaşmış olsa idik yazılan destanların bir kısmına kurtarabilir, ulaştıklarımızı
bir araya getirerek toplumun hizmetine sunabilirdik. Maalesef dileğimiz
kursağımızda kaldı. Yörenin taassubu, bu tür işlerin günah olarak
değerlendirilmesi Ali Durna destanlarını yok etti.
Bilinmeli ki silahı dostuna
çekersen katil, düşmanına çekersen gazi olursun. Dilerim dostumuz Ali Durna da
silahını hep düşmanına çekerek gazi olma şerefine nail olur.
Sonuç: Ali Durna 11’li hece
ölçüsüyle şiirler yazmış. Aşk, sevda, gurbet ve çevredeki sosyal olaylar
destanlarına konu olmuş. Maalesef yazdığı destanlardan elinde sadece birkaç
örnek kalmış. Gerçekten çok acı. Toplumun baskısıyla yazdığın destanları yok
et. Geleceğe hiçbir şey bırakma. İnsanın inanası gelmiyor. Yalan diyesi
geliyor. Gerçek olamaz diyorsunuz. Ama maalesef gerçek, hem de çok acı bir
gerçek…
Dileriz ki bundan sonra Ali
Durna yaptığı işin kadrini kıymetini bilir, kendini yeniden dünyaya gelmiş gibi
kabul eder, şiirlerini bir defterde toplayarak değerlendirilmesini, sevgi dolu
dünyasına başka pencerelerin açılmasını sağlar. Aşk olmadan meşk olmaz. DESTANLARINDAN
ÖRNEKLER[1]
GÜZELLER DESTANI
Tenzile eline hep mercan dizer Dünür
salsam eğer kardeşim kızar Giyinmiş
kuşanmış karşımda gezer Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Ümmü’nün hep sözü dokunur bana Altın akça aldım güzelim sana Anan
baban duyup kızacak bana Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Fatma’yı
sorarsan esiyor kalan Ne
kadar söylüyor insana yalan Gezerken
kızıyor bak bana kalan Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Ayşe’ye
bakarım salınıp gezer Giyinmiş
kuşanmış bak hoşça süzer O
güzel parmaklar inciler dizer Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Hatice
gözlerin eyler Firen’gi Ararsan
dünyada bulunmaz dengi Doğmaz
yeryüzünde gökten mi indi Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Esma’nın
kemer sıkmış belini Baktım
kınalamış nazik elini Felek
mi soldurdu esmer gülün Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Aşkınla
hastayım yatamaz oldum Düştüm
yataklara kalkamaz oldum Yeter
bu sevdayı çekemez oldum Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
A
kız dillerine kurban olayım Âşık
Ali’m sana yorgan olayım Bir
düşmanın vardır seni alayım Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
BAYRAM DESTANI Yaz gelince çayır çimen sulanır Bir
sene de iki bayram dolanır Herkes böyle
günde aranır Dostlar
bayramınız mübarek olsun Zalim
felek ateşini yandırır Ufacık
yavruyu anne emdirir Komutanım
beni izne gönderir Dostlar
bayramınız mübarek olsun İstanbul
İzmir bir de Konya’da Komutanım
mislin yoktur dünyada Bayramlar
geliyor gönlüm sılada Dostlar
bayramınız mübarek olsun
Yağmurlar
yağıyor içinde kardır Kanunda elli
bir gün izinim vardır Bayramda
gurbetlik pek fazla zordur Dostlar
bayramınız mübarek olsun
TRAFİK KAZASI DESTANI[2] Karaisalı’da
da oldu bir acı Bütün bu
acıyı duyan ağladı Anne bacı
gelmiş feryat sesine Mustafa
Perihan Mehmet ağladı
Cumanın
akşama saat tam onda Yolun
ortasında toprak taş yanda Her tarafta
hasar vücutlar kanda Kimi ölmüş
kimi solmuş ağladı Sofudede’den Yusuf birisi Can dayanmaz
buna sözün doğrusu Zapt’olmuyor
Çıngı Oğlanın karısı Bütün millet
yasta kalan ağladı
Köylü kasabalı deliye döndü Beş Ocak’a
diyen kamyona bindi Hele şu
Cabbar’ın ovağı söndü Haneleri
bomboş kaldı diyen ağladı
Etekli köyünü matem bürüdü Acıyı
duyanlar yandı yürüdü Dediler
Cingöz’den Ahmet de vardı Parayı
cebinden alan ağladı
Bütün vücudundan akıyor kanı Kimi oğlum
kimi kocam der hani Mevla’m layık
görmüş Topaktaş seni Olayı yerinde
duyan ağladı
Sarı
Mehmet’in de söndü ocağı Kiminde kelle
yok kimin bacağı Çocuklu hanımın
açık kucağı Çocuğu
görenler yandı ağladı
Bize bir
fırtına sanki yel esti Şoförün
elleri kolları şaştı Topaktaş’a
varırken devrildi düştü Cenazeyi
yerden alan ağladı Âşık Ali’m
diyor sana n’oluyor Yazdım
destanımı gözüm doluyor Kimi yaşar
kimi hâlâ ölüyor Cenazeyi
gelip gören ağladı
[1]Ali Durna’nın yukarıda yayınladığımız destan örneklerinin bazı dörtlükleri sakıncalı görüldüğünden yayınlanmamıştır. Bayram Destanı olarak yayınladığımız şiiri çok uzun olmasına rağmen hatırlanamadığı için dört dörtlüğü kayda geçmiştir. İlk yazdığı Varto Depremi Destanına ise hKUŞÇUSOFULU DA BİR OZAN ALİ DURNA Dr.
Halil ATILGAN
Geçmiş yıllarda Karaisalı’da
yapılan Âşıklar Bayramında Kuşçusofulu’dan Âşık Ali Durna’yı tanımıştım. Kendisi ile sohbet etmek, şiirlerinden örnekler dinlemek bir
türlü kısmet olmamıştı. Görüşmek
istediğimi Çatalanlı Veysel Güngör, Karaisalı’nın meşhur eniştesi kendi
tabiriyle “Afara” Karaisalılı Ahmet Kurmuş, Karaisalılı güreşçi Fevzi Karakuş’a da
bahsetmiştim. Hemşehrilerimiz bu
arzumuzu gerçekleştirmek için harekete geçtiler.
28. 08. 1994 tarihinde Ahmet
Kurmuş, Ahmet Özen, Fevzi Karakuş’la birlikte saat 17 00 sularında Çatalan’a
ulaştık. Veysel Güngör’ün dükkânına konuk olduk Hoşbeşten sonra derleyeceğimiz
âşığın ne zaman geleceğini sorduk. Veysel Bey bizim oraya gideceğimizi söyledi.
Hazırlıklar yapıldı. Köye telefon edildi. Bizleri beklediklerini öğrendik.
Veysel Beyin minibüsü ile yola revan olduk. Bu arada akşam olmuş, ezan okunmuş,
karanlık çökmüştü.
Karaisalı – Çatalan asfaltından
ayrılarak Kuşçusofulu köyü yoluna koyulduk. Yol stabilize. Takriben 20km’lik
bir yol kat ettikten sonra köye girdik. Ali Durna’nın evine vardığımızda saat
21 00 olmuştu. Ali Ağanın “yan ev” dediği
yer minderli odasına konuk olduk. Hoşbeşten sonra sohbet başladı. Fakat ben de
dâhil çok acıkmıştık. Aradan çok zaman geçmemişti ki sofra kuruldu. Yufka
ekmekler dağıtıldı. İnek yağı ile
kavrulan tavuk bulgur pilavıyla birlikte ortaya konuldu. Köy tavuğunun lezzetini gören bizler sunî ile
tabiiliğin arasındaki farkı bir kez daha yaşadık. Çok şükür karnımız doydu. Sıra
Ali Durna ile ilgili çalışmaya gelmişti.
Kuşcusofulu Adana’nın Karaisalı
ilçesinin Çatalan beldesi sınırları içinde, Çatalan’ın kuzeyinde, Karaisalı’nın
doğusunda. Adana’ya 60, Karaisalı’ya 80, Çatalan’a 19km. Rakımı 300- 400metre
civarında. Batısında Kaldağı, güneyinde Nuhlu, kuzeyinde Maden köyü
sınırlarıyla çevrili. 32 hane olan Kuşcusofulu Cingöz köyü ile bir
muhtarlık. Elektrik ve su sorunu yok.
Her evde radyo-televizyon gibi iletişim araçları mevcut. Köyün ne zaman
kurulduğu, bu yerleşim birimine nereden ve nasıl geldikleri bilinmiyor.
Âşık Ali Durna kısaca tanıtmaya
çalıştığımız Kuşçusofulu köyünden Hatıpoğlu ( Hatipoğlu) sülalesinden. Babası
Mehmet, anası Ayşe. 1945 yılında dünyaya gelir. 7- 8 yaşlarında iken kendi
kendine okuma yazmayı öğrenir. Sesi de güzeldir. Çevrede Karacaoğlan türküleri
çok söylendiği için, Ali de bu yaşlarda başlar Karacaoğlan türküleri söylemeye.
Okuma yazmayı öğrenmesi onun Karacaoğlan türkülerini söylemesini daha da
kolaylaştırır. 9 – 10 yaşındayken babası
vefat eder. Ailenin en büyük çocuğu olduğu için ailenin geçimini temin etmek
Ali’ye düşer. Çobanlık, orman işçiliği yaparak evin geçimini sağlar. Bu
meşguliyeti askere gidinceye kadar devam eder. Ancak askere gitmeden önce Nuhlu
köyünden Süleyman Ağanın kızı Hamide’ye âşık olur. Hamide’yi 1965 yılının Mart
ayında kaçırır. Yeni evlenmiş olmasına rağmen aynı yılın 23 Eylül’ünde askere
alınır. Yer Sivas. Birliği: I. Temel Tabur 4. Bölük. İki ay temel iki ay da
ihtisas eğitimi yaptıktan sonra Askeri Şoför Okuluna gönderilir.
Eğitimini tamamladıktan sonra
levazım bölüğünün ekmek arabasının şoförü olur. Askerlik bitimine çok az bir
zaman kala önemli bir rahatsızlık geçiren Ali Durna 45 günlük hava değişimine
gönderilir. Bu istirahattan sonra geri kalan 33 günlük askerliğini Gaziantep
Piyade Alayının I. Bölüğünde tamamlayarak 23 Eylül 1967 de terhis olur.
Askerlikten sonra köyüne dönen Ali Durna 1972 yılına kadar çiftçilik yapar.
Aynı yılın sonunda arkadaşıyla ortaklık bir kamyon alır. 1975 yılına kadar
çalıştırır. Fakat iflas ederler. 1979 yılında kardeşiyle ortaklık bir kamyon
daha alır. Fakat yine belini doğrultamaz.
İşler kesat gider. Tek çare Adana’ya gidip şoförlük yaparak geçimini
temin etmektir.
Düşündüğünü uygulamaya koyar.
1984 yılına kadar Adana’da şoför olarak çalışır. Aynı yıl Çatalan Orman Bölge
Şefliğine şoför olarak atanan Ali Durna 1987 yılına kadar Akarca bölgesinde
bekçi olarak görev yapar. 2001 yılında da aynı kurumdan emekliye ayrılır. Ali
Durna 4 kız, dört erkek olmak üzere sekiz çocuk babasıdır.
ÂŞIKLIĞI VE SANATI
Ali Durna’nın şiir yazıp türkü
söylemeye başlaması Karacaoğlan sevgisinden kaynaklanmaktadır. Ondaki
Karacaoğlan sevgisi kendiliğinden okuma yazma öğrenmesini sağlamıştır. 7–8
yaşlarında okuma yazmayı öğrenen Ali Durna sürekli Karacaoğlan okumuş. Birçok
dörtlüklerini de ezberlemiş. Çukurova’da bir gelenek vardır.“Karacaoğlan çığırmak.”Ali de akranları
içinde en iyi Karacaoğlan çığıranlardan biridir. Bir gün arkadaşı Hüseyin
Karaoğlan’la birlikte ava giderler. Avlanırken:
Koyun
gelir kuzuyunan Ayağının tozuyunan Gelin Ayşe suya gitmiş Yanı körpe kuzuyunan
Diyerek
türkü söyleyen bir Yörük kızına rastlar. Yörük kızı ve türküsü Ali’yi çok
etkiler. İçi burkulur. Tüyleri diken diken olan Ali etkilenişini şöyle dile
getirir.
Nasıl terk eyledin
dağların ıssız Soldu
koynundaki gül Yörük kızı Artık bundan
sonra yaşa kavgasız Ara da
dengini bul Yörük kızı Nasıl yürüdün
o yolu yayan Âşık baban
senin fiyatın koyan Sekişin
kekliktir bakışın doğan Elbet bir
sevdiğin var Yörük kızı Elli
bin vermişler yüz bin de azdır Temmuz da
büyümüş gerdan beyazdır Çıkışın
ilkbahar yürümen yazdır Elbet bir
sevenin var Yörük kızı
Eladır
gözlerin karadır kaşın Arasam
dünyayı bulunmaz eşin Tavus kuşu
gibi kınalı döşün Elbet bir
sevenin var Yörük kızı Der
ama şiirde adını kullanmaz. Yani tapşırmaz. Zira Yörükler birbirine çok
tutkundur. Adı bilinirse kendisine kötülük yapılacağından korkar. Ali’nin taş
başına oturan Yörük kızına yazdığı dörtlükler ilk şiiridir. Bundan sonra o da
başlayacaktır Karacaoğlan gibi her Türkmen güzeline türkü söylemeye. Nitekim de
öyle olur. Çeşme başında su dolduran, ekin biçen, ot kazan güzeller Ali’nin
gönül telinin titremesini, duygularının kabarmasını, elini kulağına atarak türkü
söylemesini sağlar. Zira o, türküyle doğmuş, büyümüş, türküyle de ölecektir.
Ali bütün şiirlerini türkü olarak
bilmekte, yörede bilinen Karacaoğlan ağzıyla da seslendirmektedir. Kuyudan su
götüren köylü kızına irticalen söylediği türküsü şöyledir: Kırlangıçlar yuva yapar kayaya Canım kurban
senin gibi mayaya Günde akşam
suya gelin kuyuya Helke olan
kollarına sevdiğim Eğlen bir su
ver de içem helkeden Ne güzel
yaratmış seni halk eden Temmuz
aylarında çıkma gölgeden Doğan güneş
seni yakar sevdiğim Yemin ettim
helal etmem hakkımı Aldın
başımdaki olan aklımı Vakti sabah
şafak yeri söktümü Uyansam
aklıma düşen sevdiğim Varamam
sevdiğim dağların ardı Abin gelip
beni kimlerden sordu Baban bir
vurmada dişimi kırdı Onulmaz
dertlere koydun sevdiğim
Ali Durna
böyle ne çok sözlüsün Mekânda
münezzeh kalp de gizlisin Bu fani
dünyada bana gözlüsün Her daim
özlerim seni sevdiğim
Diyerek
güzellerle ilgili duygularını dile getirir. Ama gönlü yücelerdedir. Atmaca gibi
süzer tepeden. Dolana dolana seyreder etrafı. Zaman zaman pike yapar yüksekten.
Gözleri kirmen eğiren bir Türkmen güzeli arar. O Elif olur. Zala olur. Döndü
olur. Fark etmez. Döne döne inmek ister
çeşme başına. Karacaoğlan gibi güzel peşinde çarık eskitmeyi düşünür. Gönlü
Toros dağları kadar yücedir. Yüceden
yüceye Toros dağısın / Sabahın güneşi tez sana dizeleri gelir akılına.
Kendisi de böyle söylemek ister. Arkasını verir sekiye. Atar elini kulağına.
Karacaoğlan’dan bir türkü tutturur gönlünce:
“Sarı
edik geymiş goncu kısarak
Sarı edik geymiş
goncu dizinde
Der
demesine de, Emirler’den değil de Tereli’den bir kızın pınara inmesini ister.
Bağlaması yok ki vura teline. Değneğini alır. Bağlama yapar. Tereli çeşmesine
gelecek Türkmen güzelini gözlemeye başlar. Derken dileği kabul görür. Helkesi kolunda
su doldurmaya gelir Yörük kızları. Ali Durna kızlarla atışma yaparak
duygularını dile getirmek ister: Tıpkı Kerem ile Aslı gibi. Kızlar su doldurur
çeşmeden. Hem de Tereli Çeşmesinden. Kızlardan biri Ali’den önce davranır.
Düşündükleri diline yansır. Söyler içindekileri…
KIZ: Eğlen âşık konuşalım burada Aktı
gözyaşlarım döndü Fırat’a Evlenip
seninle ersek murada İnsafın
var ise kal burda burada
Fırsatı ganimet bilen Ali
bağlama yaptığı değneği ile dile getirir duygularını. Cevap verir.
ALİ: Benim derdim vardır senden de beter Viran olan bağda bülbül
mü öter Bu gurbet ellerde
çektiğim yeter Eğlenip burada durmak
olur mu
KIZ: Yârin bir gül ise ben de bülbülüm Söyler bülbül gibi
durmadan dilim Ancak beni senden ayırır
ölüm Âşık isen eğlen kal
burda burda
ALİ: Gezmediğim bir yer yurt da kalmadı Ne kadar dolaşsam çilem
dolmadı Kadir Mevlâ’m muradımı
vermedi Her kapıyı açıp girmek
olur mu
Tükendi takatim yoktur kararım Kayıp ettim yâri durmaz
ararım Nice yıldır ateşlere
yanarım Her geçene bir sır
vermek olur mu
KIZ: Gel âşık bu kadar yüksekten uçma Sırım gizli dersin
ellere açma Garip garip gurbet elde
dolaşma Kurban olurum kal burda
burda
ALİ: Koklayamam asla gonca gül olsan Bakamam yüzüne sırma tel
olsan Sen bir paşa ben de aciz
kul olsam Evlenip kapında kalmak
olur mu
KIZ: Âşık artık eyleme bu kadar nazı Bilmem ki feleğin nedir
garazı Ağlatıp durursun dertli
Iraz’ı Âşık insaf eyle kal
burda burada
ALİ: Ben garibim âşık oldum birine Onun için düştüm gurbet
eline Kargayı koymam bülbül
yerine Düşün ki yadları sarmak
olur mu
KIZ: N’olur âşık bana ismini bildir Çekip hançerini vur beni
öldür Yıllardır ağladım sen beni güldür İnsafın varise kal burda
burada ALİ: İsmimi nidersin yolcuyum bacı Yüreğime koydun büyük
bir acı Bulunmaz derdimin bunca
ilacı Zor edip de ayrı kalmak
olur mu
KIZ: Allah’ını seversen beni ağlatma Ağlatıp da şu sinemi
dağlatma Gizli sırlarımı bana
söyletme İnsafın var ise kal
burda burada
ALİ: Şunu söyleyeyim bana darılma Her geçen yolcuya varıp
sarılma Ben sana yâr olmam boşa
yorulma Eğlenip yanında kalmak
olur mu
KIZ: Âşık iyi dinle benim sözlerim Ağlamaktan görmez oldu
gözlerim Kapandı yolumuz tutmaz
dizlerim Eğlen âşık eğlen kal
burda burda
ALİ: Ali’m der ki gidip yâri bulurum Bulmaz isem hasretiyle
ölürüm Bulursam Zeynep’i geri
gelirim Her bahçeden bir gül
dermek olur mu
KIZ: Çok yalvardım sözlerime gelmedin Bildiğinden hiç geriye
durmadın Dertli Iraz’ınla bir dem
sürmedin Âşık insaf eyle kal
burda burada
ALİ: Ali Durna nice yıllar gezmiştir Tatlı canı gurbet elde
bezmiştir Sizi görüp yaralarım
azmıştır İstenmeyen yarayı sarmak
olur mu
Diyerek duygularını dile
getirir. Doğrusu istenmeyen yara sarılmaz. Sen de sarma benim yaramı diyerek
uzaklaşır. Ama içi yanıyordur. Gönül ateşi kor olmuş onu yakıp yandırmaktadır.
Bir mürşit arar. Bir yol gösterene ihtiyaç vardır. Ali bunun bilincindedir.
Sabırla koruk helva olur diyerek yoluna devam eder. Bir gün, beş gün derken
Çatalan Pazarında destan satan bir aşığa rastlar. Destancı: “Âşık
Ali’m der ki neden Kabul
etmezmiş beden İki
de bir pencereden Bakan
dilber benim olsa
Âşık
Ali’m der bu sözü Dayanmaz
herkesin özü Anne
baba kardeşinden Ayırıyor
elin kızı” Diyerek
destan satmaktadır. Destancı Karaisalı’nın Söğütlü köyünden Âşık Ali’dir. Yöre
söyleyişiyle Aşşık Ali… (Ali Şahin) Aşşık Ali’den çok etkilenen Ali Durna
söylenen dizelerde kendisini bulur. Fakat cesaret edip de Aşşık Ali ile
konuşamaz. Usta destancı ile konuşup sohbet etmemek içinde bir ukde olarak
kalır. Bir gün beş gün sonra bu dileğini yerine getirmek için Adana’ya gider.
Kuruköprü mevkiinde hayran olduğu Aşşık Ali’yi destan satarken bulur. Tanışırlar,
konuşurlar, birlikte destan satarlar. Bu beraberlikten sonra Aşşık Ali pir, Ali
Durna da onun müridi olur. Aşşık Ali, Karacaoğlan’dan sonra feyiz aldığı en
büyük ustadır. Onu örnek alarak destan yazıp satmaya başlar. İlk destan Varto
depremiyle, ikinci destanı da yöresinde yaşanan trafik kazasıyla ilgilidir. Ama
onun esas destanı güzellere yazılmış olanıdır.
Elif’i sorarsan gözlerin süzer Çekinmez kimseden
sakınmaz gezer Korkarım ki sana değecek
nazar Bu güzellik sende bil
kara gözlüm
Zeynep’i sorarsan
belleri ince Siyah saçını da dökmüş
kulunca Aklım aldın benim seni
görünce Bu güzellik sende bil
kara gözlüm Havva’nın gözleri
karadır kara Senin yüzünden gelsin bu
bela Düşmüşsün sevdiğim
duydum ki dile Bu güzellik sende bil
kara gözlüm
On sekize girmiş Emine’m
yaşın Mercan mıdır bilmem
ağzında dişin Satlıksan gel bana param
da peşin Bu güzellik sende bil
kara gözlüm
Diyerek
güzellere olan duygusunu dile getirir. Aslında yörede, çevresinde yaşanan her
olay onun destanına bir konudur. Konu buldukça yazdığı destanlar da
çoğalır. Üstelik destan satarak para da
kazanır. Fakat çevresi destan yazmasına, satmasına, sokak sokak dolaşarak
yazdıklarını dile getirmesine şiddetle karşıdır. Yörenin taassubu her gün biraz
daha büyür. Herkes Ali’ye engel olmak için elinden gelen gayreti gösterir.
Çünkü destan yazmak, satmak yöreye göre asaletli bir iş değildir. Ali buna
rağmen destan yazmaya devam eder.
Onun yazdığı tüm şiirleri
destan türündedir. Fakat o yazdığı şiirin destan olduğunu bilmeyecek kadar
konunun dışındadır. Karacaoğlan’dan başka tutar dalı olmadığı gibi, âşıklar
meclisine dâhil edecek kılavuzu da yoktur. Üstelik bir de toplum baskısı onu
gün be gün çaresiz bırakır. O bu konuda dümensiz bir kayıktır. Buna rağmen destan
yazmaya, türkü söylemeye devam eder. Yalnız elinden tutanının olmayışı işin
incelikleriyle ilgilenmesine engel olur. Onun için usta âşıklar gibi şiirdeki
ölçüyü, durağı, koşmayı, varsağıyı, şiirdeki hece yapısını bilemez. Şayet o da diğer âşıklar gibi bilmiş olsaydı,
âşıklar meclisinde yerini alacak, bir mürşide özünü bağlayacak, daha ustaca
şiirler yazma fırsatını bulacaktı. Fakat yöredeki toplumsal baskı onun bu
konuda ileriye gitmesine mani olur. O
bunu açıkça söylemese de boynunu bükerek ifade eder.
Anlatılanlara göre: O bu konuda
yalnız ve çaresizdir… Çaresizliği gün be gün artar. Kahrından yazdığı
destanlarına sahip çıkmaz. Yazılanların bir defterde toplamasını dahi düşünmez.
Onun için de tüm yazdıkları yok olup gider.
Gidenleri maalesef geri
getiremedik. Sadece hafızasında kalanlarla yetindik. Daha erken Ali Durna’ya
ulaşmış olsa idik yazılan destanların bir kısmına kurtarabilir, ulaştıklarımızı
bir araya getirerek toplumun hizmetine sunabilirdik. Maalesef dileğimiz
kursağımızda kaldı. Yörenin taassubu, bu tür işlerin günah olarak
değerlendirilmesi Ali Durna destanlarını yok etti.
Bilinmeli ki silahı dostuna
çekersen katil, düşmanına çekersen gazi olursun. Dilerim dostumuz Ali Durna da
silahını hep düşmanına çekerek gazi olma şerefine nail olur.
Sonuç: Ali Durna 11’li hece
ölçüsüyle şiirler yazmış. Aşk, sevda, gurbet ve çevredeki sosyal olaylar
destanlarına konu olmuş. Maalesef yazdığı destanlardan elinde sadece birkaç
örnek kalmış. Gerçekten çok acı. Toplumun baskısıyla yazdığın destanları yok
et. Geleceğe hiçbir şey bırakma. İnsanın inanası gelmiyor. Yalan diyesi
geliyor. Gerçek olamaz diyorsunuz. Ama maalesef gerçek, hem de çok acı bir
gerçek…
Dileriz ki bundan sonra Ali
Durna yaptığı işin kadrini kıymetini bilir, kendini yeniden dünyaya gelmiş gibi
kabul eder, şiirlerini bir defterde toplayarak değerlendirilmesini, sevgi dolu
dünyasına başka pencerelerin açılmasını sağlar. Aşk olmadan meşk olmaz. DESTANLARINDAN
ÖRNEKLER[1]
GÜZELLER DESTANI
Tenzile eline hep mercan dizer Dünür
salsam eğer kardeşim kızar Giyinmiş
kuşanmış karşımda gezer Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Ümmü’nün hep sözü dokunur bana Altın akça aldım güzelim sana Anan
baban duyup kızacak bana Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Fatma’yı
sorarsan esiyor kalan Ne
kadar söylüyor insana yalan Gezerken
kızıyor bak bana kalan Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Ayşe’ye
bakarım salınıp gezer Giyinmiş
kuşanmış bak hoşça süzer O
güzel parmaklar inciler dizer Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Hatice
gözlerin eyler Firen’gi Ararsan
dünyada bulunmaz dengi Doğmaz
yeryüzünde gökten mi indi Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Esma’nın
kemer sıkmış belini Baktım
kınalamış nazik elini Felek
mi soldurdu esmer gülün Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
Aşkınla
hastayım yatamaz oldum Düştüm
yataklara kalkamaz oldum Yeter
bu sevdayı çekemez oldum Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
A
kız dillerine kurban olayım Âşık
Ali’m sana yorgan olayım Bir
düşmanın vardır seni alayım Bu
güzellik sende bil kara gözlüm
BAYRAM DESTANI Yaz gelince çayır çimen sulanır Bir
sene de iki bayram dolanır Herkes böyle
günde aranır Dostlar
bayramınız mübarek olsun Zalim
felek ateşini yandırır Ufacık
yavruyu anne emdirir Komutanım
beni izne gönderir Dostlar
bayramınız mübarek olsun İstanbul
İzmir bir de Konya’da Komutanım
mislin yoktur dünyada Bayramlar
geliyor gönlüm sılada Dostlar
bayramınız mübarek olsun
Yağmurlar
yağıyor içinde kardır Kanunda elli
bir gün izinim vardır Bayramda
gurbetlik pek fazla zordur Dostlar
bayramınız mübarek olsun
TRAFİK KAZASI DESTANI[2] Karaisalı’da
da oldu bir acı Bütün bu
acıyı duyan ağladı Anne bacı
gelmiş feryat sesine Mustafa
Perihan Mehmet ağladı
Cumanın
akşama saat tam onda Yolun
ortasında toprak taş yanda Her tarafta
hasar vücutlar kanda Kimi ölmüş
kimi solmuş ağladı Sofudede’den Yusuf birisi Can dayanmaz
buna sözün doğrusu Zapt’olmuyor
Çıngı Oğlanın karısı Bütün millet
yasta kalan ağladı
Köylü kasabalı deliye döndü Beş Ocak’a
diyen kamyona bindi Hele şu
Cabbar’ın ovağı söndü Haneleri
bomboş kaldı diyen ağladı
Etekli köyünü matem bürüdü Acıyı
duyanlar yandı yürüdü Dediler
Cingöz’den Ahmet de vardı Parayı
cebinden alan ağladı
Bütün vücudundan akıyor kanı Kimi oğlum
kimi kocam der hani Mevla’m layık
görmüş Topaktaş seni Olayı yerinde
duyan ağladı
Sarı
Mehmet’in de söndü ocağı Kiminde kelle
yok kimin bacağı Çocuklu hanımın
açık kucağı Çocuğu
görenler yandı ağladı
Bize bir
fırtına sanki yel esti Şoförün
elleri kolları şaştı Topaktaş’a
varırken devrildi düştü Cenazeyi
yerden alan ağladı Âşık Ali’m
diyor sana n’oluyor Yazdım
destanımı gözüm doluyor Kimi yaşar
kimi hâlâ ölüyor Cenazeyi
gelip gören ağladı
[1]Ali Durna’nın yukarıda yayınladığımız destan örneklerinin bazı dörtlükleri sakıncalı görüldüğünden yayınlanmamıştır. Bayram Destanı olarak yayınladığımız şiiri çok uzun olmasına rağmen hatırlanamadığı için dört dörtlüğü kayda geçmiştir. İlk yazdığı Varto Depremi Destanına ise hiç ulaşılamamıştır. Destanlarında bazen Ali’m bazen de Ali Durna adıyla tapşırmıştır. [2] 5 Ocak 1922 tarihi Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşudur. Onun için de Kurtuluş Bayramı olarak kabul edilmiştir. Yörede Çete Bayramı olarak bilinir. O gün Adanalıların şeref günüdür. Onun için de çok görkemli kutlanır. Kutlamalara herkes katılır, köylüsü kentlisi akın akın Adana’ya bayrama gider, katılamayanlar kendinde bir eksiklik hisseder. Kurtuluş bayramına katılmak bir şereftir. İşte Ali Durna Karaisalı köylerinden 5 Ocak Kurtuluş Bayramına kamyonla Adana’ya gidenlerin yolda kaza geçirmesini destanlaştırmış, hadiseyi dörtlüklerle anlatmaya çalışmıştır. Destandan Ali Durna’nın isteği üzerine bazı dörtlükler çıkarılmıştır.iç ulaşılamamıştır. Destanlarında bazen Ali’m bazen de Ali Durna adıyla tapşırmıştır. [2] 5 Ocak 1922 tarihi Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşudur. Onun için de Kurtuluş Bayramı olarak kabul edilmiştir. Yörede Çete Bayramı olarak bilinir. O gün Adanalıların şeref günüdür. Onun için de çok görkemli kutlanır. Kutlamalara herkes katılır, köylüsü kentlisi akın akın Adana’ya bayrama gider, katılamayanlar kendinde bir eksiklik hisseder. Kurtuluş bayramına katılmak bir şereftir. İşte Ali Durna Karaisalı köylerinden 5 Ocak Kurtuluş Bayramına kamyonla Adana’ya gidenlerin yolda kaza geçirmesini destanlaştırmış, hadiseyi dörtlüklerle anlatmaya çalışmıştır. Destandan Ali Durna’nın isteği üzerine bazı dörtlükler çıkarılmıştır. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] - 17/01/2024 |
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1] |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! - 02/10/2022 |
POSTACI… POSTACI… CANIM GÜLÜM POSTACI! |
ÇÖL YEMEN’DE CAN VERENLER - BİRİ MEMET BİRİ MEMİŞ - 28/06/2020 |
emen: Arap Yarımadasının Güneybatı köşesinde olup, mutluluk anlamına gelen bir sıfatla nitelendirilir. Fakat bu sözcük Türkler için geçerli değildir. |
Bunca âşıkların bir hoşu Mahzuni…"İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM " - 19/05/2020 |
1940 yılında Kahraman Maraş'ın Elbistan ilçesinin Berçenek köyünde doğdu. (Dostları onun 1938 yılında doğduğunu ifade etmektedirler.) |
ONU AZRAİL APARDI… - 24/04/2020 |
Yallah şoför yallah apar beni / Kerkük’e tez yetir beni. |
BU TOPRAĞIN TÜRKÜLERİ - 12/04/2020 |
Bu toprağın türküleri gönlümüze ferman, yüreğimize derman olmuş. |
ÇUKUROVA'DA KARACAOĞLAN ÇIĞIRMAK - 31/03/2020 |
Çukurova'yı; Mersin-İskenderun sahil şeridinden, Güneydoğu Toroslar'ın eteklerine |
BİR OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM… - 15/03/2020 |
Ben türkülere, Çukurova’ya, Toros dağlarına sevdalıyım. Sevdam: Anamın beni tarlada doğurmasından, sekiz yaşına kadar ayakkabıyı tanımayışımdan, yufka ekmeği fırın |
“Sokrat Okuyan Köylüler” - 16/02/2018 |
BEN ÇOK DUYGULANDIM. SİZİ BİLMEM. SELAMLARIMLA. |
Devamı |