Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi70
Bugün Toplam547
Toplam Ziyaret1823237
Yılmaz Aydoğan
yaydogan33@gmail.com
TANRI MİSAFİRİ
07/06/2017

 

1985 yılının Mayıs ayı olmalı. Hicri Ramazan ayıydı. İftara az bir zaman kala kaymakamlık lojmanı kapısı çaldı. Eşim mutfakta iftar sofrası hazırlığındaydı. Kalktım, baktım.  1.70 boylarında, temiz kumaş takım elbise giyimli, beyaz gömlekli, kıravatsız; siyah kakülleri bakımlı ve sağa taranmış, yirmi beşli yaşlarda biri vardı kapıda. 

Mahcup bir tavır ve utangaç bir ses tonu ile: “- Efendim ben Rıfat. Ramazan dayımın selamı var,” dedi. “- Hangi Ramazan?” diye sorunca, devam etti: “- Hani geçen hafta siz gelmiştiniz ya. Çermik Belediye Başkanı Ramazan, benim dayım,” diye ekledi. 

Evet, bir hafta öncesi belediye başkanı ve ilçe kaymakamının daveti üzerine Sivrice Gençlik Spor Klübü sporcuları, yöneticileri ve ilçemiz belediye başkanı ile Çermik’e gitmiştik. Takımlar arasında dostluk futbol maçı yapılmış, ardından da belediye başkanı bizlere ikramda bulunmuştu. Bundan bir buçuk, iki ay öncesinde de onlar bize gelmiş; böylece iki ilçe arasında hem gençler hem de yöneticiler seviyesinde bir dostluk havası oluşmuştu.

 

Bu iyi ilişkileri başlatan girişim Çermik Kaymakamı A. Cafer Akyüz’den gelmiş; Sivrice ilçesi yöneticileri olarak bizler de icabet etmiştik. Ama tüm bunlara rağmen Çermik Belediye Başkanı ile ileri derecede bir samimiyetim yoktu. Adını bile gelen kişi söyleyince hatırladım. 

İftar vakti idi. Bu vakitte gelen kişi Tanrı misafiri sayılırdı. Gerçekten, dediği gibi, Çermik Belediye Başkanı’nın akrabası ise yemeğe davet etmeden kapıdan döndürmek ayıp olurdu. Sofraya davet ettim. Önce, teşekkürle reddedermiş gibi davrandı. “- Bu saatte yemek vakti sizi bırakmak başkana ayıp olmaz mı? Hem konuşuruz biraz,” diye ısrar edince, kabul etti. 

O gün, eşim hiç unutmuyor, ana yemek olarak benim çok sevdiğim, Çukurova yöresine has nohutlu bamya, yanında pilav ve cacık vardı soframızda. Yemeği görünce misafir tereddüt etti. Meğer bamya yemezmiş! Artık, var olan diğer yemeklerle idare etti. 

Bir yandan da kendince hikayesini anlattı. “Kamyon şoförü olarak çalışmaktaymış. Sivrice sapağında kamyonun lastiği patlamış. Oradaki benzinlikte lastik tamir edilirken, kendisi de dayısının selamını iletmek için bana uğramış!” Hikayenin bu kısacık bölümü bile çelişki ve soru işaretleriyle doluydu. Bir kere üzerindeki kıyafet bir şoför için fazla lüks ve temizdi. İkincisi Sivrice yol sapağından ilçe merkezi neredeyse 5 km mesafedeydi. Herhangi bir kişi sadece bir “selam iletmek için” bu yolu yürümeyi göze alamazdı. O saatte belediye otobüsleri son seferlerini yapmış olduklarından, ancak otostopla veya özel oto ile gelinebilirdi. 

İlçeye neyle geldiğini sordum.” “Bir arkadaşına rastladığını ve onun arabasıyla geldiklerini” söyledi. Eh! Bu olabilirdi. Ama, ne güzel bir tesadüftü, bu böyle! 

Şoför olarak nerelere çalıştığını” ben mi sordum, o mu söyledi hatırlamıyorum. Mevzu “İran ve Irak’a gidip geldiğine” dayandı. “Ne taşıdıklarını” sorduğumda akaryakıt taşımacılığı yaptıklarını söyledi. Hani kamyonu vardı? Şimdi bizim “kamyon şoförü”, oluverdi bir “tanker şoförü”. Doğal olarak söz, o tarihte iç piyasada fiyatları çok yüksek, buna karşılık komşu ülkelerde daha ucuz olan elektronik ev aletlerine geldi. 

O yıl, yani 1985 yılında yurdumuzda TRT ilk defa renkli TV yayınına başlamıştı. Özel televizyonlar henüz yoktu. Ülkemizdeki ilk özel TV yayını 1987 yılında yapılmıştır. Dolayısıyla her evde renkli televizyon zaruri ihtiyaç haline gelmişti. Kaymakam lojmanında bile renkli televizyon yoktu. Eşim bir adet renkli televizyon almamı istiyor; bense, “yakında lojman demirbaşı olarak nasıl olsa alınır”, düşüncesiyle ağırdan alıyordum. Kaldı ki fiyatları da oldukça pahalıydı.

 Bizim “Tanrı misafiri”, lafı renkli televizyon fiyatlarına getirip; “Özellikle Japon malı renkli televizyonların İran’da çok ucuz olduğunu, Türkiye fiyatlarının yarısına alınabildiğini; geçen ay dayısına ve Çermik kaymakamına birer tane getirdiğini; para verirsek bize de getirebileceğini” söyleyince, eşim hemen; “- Biz de getirtelim,” diye konuya atladı. 

Ben, iyice şüphelenmiştim. “İran’a yük olarak ne götürdüklerini” sordum. “- Ne denk gelirse”, dedikten sonra “son gidişinde petrol götürdüklerini” söylemesiyle birlikte ben, karşımızdaki kişinin bir dolandırıcı olduğuna hükmettim. Çünkü bizden İran’a ne ham, ne de işlenmiş petrol gitmezdi, o zamanlar. 

Eşim, “kendisinin bir miktar birikimi olduğunu, kabul ederse kalanını televizyonu getirdiğinde ödemek üzere önden peşinat verebileceğini” söylediğinde; bizimki kabul etti. “Farkını ben cebimden karşılarım” diye ekledi. Ben eşime engel oldum. Sonra da; “Şimdi müsait olmadığımızı, bir sonraki gidişinde sipariş verebileceğimizi” söyledim. Amacına ulaşamayan misafir ayrılma niyetini belli ettiğinde; “Yol sapağına nasıl gidebileceğini” sordum. “- Çarşıya çıkınca arkadaşımı bulup onunla giderim” dedi. Ben de bir yandan: “- Sen arkadaşına zahmet etme, ben nöbetçi polis devriyesine söyler, seni kamyonuna ulaştırırım,” derken, bir yandan da telefonla Emniyet karakolunu arayarak, “sokak devriyelerini kaymakam lojmanına yönlendirmelerini” istedim.

 

Misafirimiz bu davranışımdan çok rahatsız oldu. Çıkmak için kalktı. “- Biraz bekle şimdi gelirler,” dememe rağmen kapıya yöneldi. O daha ayakkabılarını giyerken polis devriye aracı evin önüne gelmişti bile. Demek ki yakındalarmış. Gelen polislere misafiri arabaya almalarını söyledim. Arabaya binince, kıdemli memura; “Emniyet Amiri ile görüşeceğimi, kişiyi karakola götürüp amirlerini beklemelerini,” emrettim. Götürdüler.

 

Ardından telefonla İlçe Emniyet Amiri Ertuğrul beyi aradım. O tarihte kaymakamlara henüz telsiz cihazı tahsis edilmemişti. Olayı kısaca anlattıktan sonra; “Kişinin büyük ihtimalle dolandırıcı olduğunu; üst araması ve kimlik sorgusu yapmalarını; İl Emniyet Müdürlüğü ile görüşerek, son zamanlarda meydana gelen dolandırıcılık olaylarıyla ilgili de sorgulanmasının faydalı olacağını,” bildirdim. 

Eşim önce, “kendisinin renkli televizyon almasına engel olduğum için” bayağı kırılmıştı. Adam gider gitmez, düşüncelerimi paylaştım. İnanmadı, tereddüt gösterdi. 

Birkaç gün sonra Ertuğrul Bey getirdi havadisleri. Bizim “Tanrı misafiri”, meğerse gerçekten dolandırıcı, hem de üst düzey bürokratları dolandıran bir profesyonelmiş. Elazığ’da iki savcı ve bir hakim şikayetçi olmuş. Fırat Üniversitesi hocalarından bir kısmını, İller Bankası Bölge Müdürü’nü, Sağlık Meslek Lisesi Müdürü’nü düşüresi imiş ağına.

………………………………………..

Birkaç hafta sonra eşim yaşadığımız olayı Ziraat Bankası Şube Müdürü Necdet beyin eşine anlatmış. Meğer, aynı kişi onları da dolandırmış. Miktarını şimdi hatırlamıyorum ama yüklüce bir para alıp sırra kadem basası imiş. Banka müdürünün hanımı; “Utandığımızdan kimseye söyleyemedik. Şikayetçi de olmadık,” diye anlatmış, olup biteni.  

Bunlar bilinenler, ya bir de bilinmeyenler? Onur meselesi yapıp, susup, olayı ve kimliğini saklayanlar! 

Eşim, şimdi bile zaman zaman hatırlatır, bu olayı. “Ben ne kadar safmışım? Hiç fark etmedim. Para verseydik, hayıflanıp duracaktık arkasından,” der.

 

 

 

 



674 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YEREL SEÇİMLERDE TARSUS - 02/09/2023
YEREL SEÇİMLERDE TARSUS
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN - 14/02/2023
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ? - 08/02/2023
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ?
NE KADAR ÖZLEMİŞİZ BÜTÜNLEŞMEYİ? - 13/09/2022
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’i oldum olası sevmem… Türk vatandaşı olsa da, Türkiye’de yaşasa da kendisini, Türk kültüründen daha çok kadim Yunan kültürüne yakın saydığını, milli bir çizgide olmadığını görüyorum.
NEDİR MİLLİ SİYASET -2- - 25/07/2022
Mustafa Kemal Paşa’nın daha 1923 yılında söylediği aşağıdaki sözleri onun, yolun en başından itibaren ‘Milli Siyaset’ düşüncesine sahip olduğunu gösterir:
NEDİR MİLLİ SİYASET ?(1) - 15/07/2022
Son yarım yüzyılda ülkemizin savrulduğu mevcut durumun iç ve dış “hareket ettiricileri”, onların planları, uygulamaları ve geldiğimiz yer, iyi incelenmeli ve doğru teşhis edilmelidir.
YENİDEN MİLLİ SİYASET 2 - 05/07/2022
1821 Mora kalkışması ile başlayan ve 7 Ekim 1912 / 30 Mayıs 1913 arası sekiz aylık dönemde kaybettiğimiz Balkanlarda, Türk kırımının zirveye ulaştığını; Osmanlı’nın bu 90 (doksan) yıllık geri çekilme döneminde 2.500.000 Türk’ün kırıma uğradığını, 8.0
YENİDEN MİLLİ SİYASET 1 - 04/07/2022
(“Yeniden milli Siyaset” yayın hazırlıkları yaptığım kitabımın adıdır. Kitabın “Sonsöz” Bölümünü okuyucularımla paylaşmak istedim.)
AYDIN PARTİCİLİĞİ - 01/06/2022
[ Bilirsiniz bizim kültürümüzün bir parçası olan sözlü halk edebiyatımızda Hz. Süleyman, “Kuş dili bilen,” olarak anlatılır. Hz. Süleyman ile kanadı kırık bir kuş arasında geçtiği söylenen öykü, “İnsanlar ders alsınlar,” diye tekrarlanır, kuşaklar bo
 Devamı
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028