Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi64
Bugün Toplam474
Toplam Ziyaret1823164
Yılmaz Aydoğan
yaydogan33@gmail.com
K A D I N
03/10/2017
Hz. Muhammed kadını diri diri gömülmekten, meta olmaktan, ana ve eş konumuna getirmiş; Gazi M. Kemal Atatürk, Avrupa’daki onlarca ülkeden daha önce, seçme ve seçilme hakkı vererek kadını, İslam öncesi tarihimizdeki yerine, “erkeğin eşiti statüsüne” ulaştırmış, tarihi şahsiyetlerdir.

Toplumun yarısını oluşturan kadınlarımızın, günümüzde de, hak ettikleri konumda bulunduğunu söylemek mümkün değildir.  Konu ile ilgili, İslam Peygamberi ile Devlet Adamı Atatürk’ün bazı sözleri aşağıya çıkartılmıştır:

“Cennet anaların ayağı altındadır.” 

“Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız, kızlarınız veya teyzelerinizdir."

“Hanımını döven, Allah’a ve Resûl’üne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.”

“Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.”        Hz. Muhammed

“Dünyada her şey kadının eseridir.”

 “Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine teknik olarak imkan ve bilimsel olarak ihtimal yoktur.”

“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!”      
“Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.”      Gazi M. Kemal Atatürk

İslam Toplumu’nda, Şam valisi Muaviye’nin kendisini halife ilan edip, silah zoruyla Emevi Hanedanı’nı iş başına getirmesiyle, pek çok diğer konuda olduğu gibi, kadına bakış ve kadının toplumdaki yeri konusundaki değerlendirmede de geriye gidiş yaşanmıştır. Halen İslam Ülkeleri’nde mevcut, kadına bakışın ve kadın konusuna yaklaşımın, “İslami” olduğu inancında değilim. Aynı bakış açısına yer yer Anadolu’da da, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da, rastlamak mümkündür.

Oysa, İslam’ı Türk bakışı ve Türkçe ile anlatan Hoca Ahmet Yesevi’nin ana öğretisi, bilindiği üzere: 1. Allaha iman, 2. Bilime saygı, 3. Kadına saygı, 4. Riyasız ibadet, 5. Emeğe değer ve 6. Yaratılmışa sevgi’yi esas alır.

Ahmet Yesevi Ocağı’nda yetişip Anadolu’yu İslam’la tanıştıran, üzerinde yaşadığımız coğrafyayı İslamlaştırırken Türkleştiren alp erenlerden birisi olan, Hacı Bektaşı Veli diyor ki:

“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde.

Hakk'ın yarattığı her şey, yerli yerinde.

Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok.

Noksanlık da, eksiklik de; senin görüşlerinde !”

……………………………………….

1990 yılı 8 Ekim pazartesi günüydü. Van merkezde bulunan Şahin Muhasebe ve Mali Müşavirlik Bürosu’nun Özalp’teki müşteri hesaplarını tutan, henüz mali müşavirlik yetkisini almamış, serbest muhasebecilik yapan bir genç, mesai bitimine yakın kaymakamlığa gelerek benimle görüşmek istemiş. İlgi gösterdim. Buyur ettim. O, oturmaya bile lüzum görmeden:

“- Ka’makam bey, sanırım habarınız yok. Habarınız olsaydı müda’le ederdiniz, bilirim. Atasever iş hanındaki ka’vede iki tane küçük çocuk var, sahipsiz. İki-üç gündür ka’vede yatıp kalkıyorlar. Bu güz gününde böyük bir insan bile orada sabahlamakta zorlanır. Bu sabiler ne yapar, ne eder? Birinin bunları sa’aplanması lazım. Sizi haberdar etmek için geldim,” dedi.

Nereden gelmişler? Anası, babası, uzak yakın akrabası hiç yok mu?” gibi, sorulacak soruları arkası arkasına sıraladım, ama ayrıntılarla ilgili onun da bilgisi yoktu. İlçe Emniyet Amiri’ni arayarak konuyu anlattım ve “hemen ilgilenmesini, sonucundan da tarafıma bilgi verilmesini,” istedim.

Aradan 15-20 dakika geçti, geçmedi; İlçe Emniyet Amiri İrfan Denizman, yanında iki polis memuru ve yaşları 4 ve 6 gibi gösteren iki sevimli erkek çocuğu ile çıktı, geldi. Çocuklar sevimli mi sevimli. Hele küçüğü sanki bir kedi yavrusu gibi sürtünmekte; sevgiye muhtaç! Büyüğü Türkçe anlıyor ve anlatıyor. Küçüğü oyun, oyuncak peşinde.

Emniyet Amiri bu kısacık zamanda, kahveci ile yaptığı görüşme üzerine, çocukların Sağmalı köyünden olduklarını öğreniyor. Köy muhtarına telefonla ulaştık. Ertesi gün ilçeye gelmesini istedim. Ama asıl sorun; “Bu çocuklar bu gece nerede kalacaklar?” İlçede Devlete ait ne Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kuruluşu, ne de yatılı okul pansiyonu var!

O esnada aklıma geldi. İlçe merkezinde Süleymancılar denilen cemaatin “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği” ve derneğe ait “Orta Öğrenim Talebe Yurdu” bulunmaktaydı. Yurdun müdürünü aradım. Durumu anlattım ve çocukları o gece için misafir etmelerini rica ettim. Kabul ettiler. Çocukları polisler eşliğinde yurt binasına gönderdik.

Ertesi gün, Sağmalı muhtarı geldi. Muhtar kırklı yaşlarda, idareye yakın; köyünün sorunlarını bilen ve çare arayışı içinde, sorumluluk sahibi, sevdiğim biri idi. Anlattığına bakılırsa:

Çocukların annesi Gözdeğmez köyünden Sağmalı’ya gelin gelmiş. İki çocuğu olduktan sonra, ne olduysa kocası ile araları açılmış ve ayrılmışlar. Çocuklara baba el koymuş. Henüz otuzuna bile varmamış kadın, baba evine gönderilmiş. Kardeşleri, kadını önce kendi köylerinden biri ile evlendirmişler. ‘Evlendirmişler’ dedimse, arada resmi nikah filan yok. Sonra, yine imam nikahı ile karısını kaybeden altmışlı yaşlarda birine, deyim yerindeyse, satmışlar. Hem de, zamanın ve yörenin ölçülerine göre yüklüce bir para karşılığında!

Bu arada çocukların babası köyden ayrılarak, çalışıp para kazanmak üzere İstanbul’a gitmiş. Çocuklarını, aynı köyde yaşayan yedi çocuklu ağabeyine teslim etmiş. Altı ay sonra da ağabey gitmiş İstanbul’a, iş aramaya. Çocukların babasından son on ayda ne para, ne de haber gelmiş. Kendisinin yedi çocuğuna bakmakta bile zorlanan yenge de, kaynının bu iki çocuğunu, köy minibüsü ile Özalp’e gönderip, atmış dışarı.”

Bu şartlarda suçlu kim, suçsuz kim? Kime, ne diyeceksin?

Gözdeğmez köyü muhtarını arayarak, “çocukların annelerinin en son Şehittepe köyünde olduğunu ve evlendirildiği kişinin kimliğini” öğrendik. Ertesi gün için, söz konusu kişinin evinden kadını ilçeye getirmek üzere, İlçe Jandarma Komutanlığı’nı görevlendirdim ki, amacım çocukları annelerine teslim etmek.

Kadın, evlendirildiği ihtiyarla birlikte geldi. Bir yetmiş boylarında, yapılı bir kadındı. Sarılı olduğu kara çarşaf ve peçe içerisinde, eşek gözü gibi iri ve siyah gözleri görülüyordu sadece.

Makam odasına aldırdım. Oturttum. İkramda bulundum. Kadın, Türkçe bilmiyordu. Kaymakamlık görevlisi Tahir Efendi aramızda çeviri yaptı. Durumu kadına anlattım.

 “Çocuklarının ortada kaldığını, kendisine vereceğimizi,” söyledim. Heyecanlandı. Çok sevindiği, gözlerinde beliren ışıltıda, görülebiliyordu. O sırada çocukları getirdiler. Ana ile çocukların buluşması anını gören, en katı yürekli kişinin bile, gözleri yaşarırdı.

Onlar ana-evlat koklaşıp hasret giderirken, hiç beklenmedik bir şey oldu. Kadının kocası pozisyonundaki adam:

“- Ka’makam beğ, bu çağalar imdi benim e’me (mi) gideceh?” diye sordu.

“- Evet,” dedim. “- Çocukların anası senin evinde, babası kayıp! Bu çocukları ne yapalım? Anasına vermeyelim mi? Bu kadın senin çocuklarına bakıyor, analık yapıyorsa; sen de onun çocuklarına babalık yapacaksın!”  

İhtiyar, yerinde biraz dikleşti. Önce durdu, düşündü, içinden geçirdi; sonra öyle bir laf etti ki, mesleki hayatım boyunca hiç bu kadar acı çektiğimi, içimin böyle kıyıldığını, böyle yandığını, hatırlamıyorum.

“- Ben,” dedi. “- Bu gadına para sa’dım. Parayı gadın için ve’dim, çağaları için de’l!”

“- El’amdül’lah, el’amdül’lah. Elbet Müsl’man’ım,” diye karşılık verdi.

Kızmıştım: “- Müslüman olmayı bırak, sen insan bile değilsin!” dedim.

Adamın bu tavrı karşısında kadının gözlerinin feri söndü. Çok üzüldüğü, omuzlarının çöküşünden belli oluyordu. Çocuklarına kavuşma sevinci, tam anlamıyla, kursağında kalmıştı. “Çocukları annelerine veremeyeceğim” anlaşılınca, benim de elim kolum bağlanmış oldu.  Moralim bozuldu. Ayağa kalkıp kadına döndüm ve:

“- Üzülme, bu çocuklara biz bakarız. Devlet bakar,” dedim. O anda kadın ayaklarıma kapandı. Kaçırmak istedimse de sol bacağımı kavradı. Bir yandan ağlarken, bir yandan da ayakkabılarımı, pantolonumun paçalarını öpüyordu. Bacağımı güçlükle kurtardım. Kendi dilinde bana dualar etti. “Çocuklarını bir Devlet yurduna yerleştireceğimizi ve hangi yurda yerleştirildiğini kendisine daha sonra bildireceğimi,” söyledim.

Çocuklarından ayrılmak istemeyen kadını, kocası olacak adam, neredeyse sürükleyerek aldı götürdü. Çocukları yeniden Süleymancıların yurduna götürdük ve Devlet yurduna yerleştirme işlemleri sonuçlanana kadar, uzunca bir süre, orada misafir edildiler.

Konuyu takiple görevlendirdiğim İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü M. Fatih Ete’nin çabaları ve epeyce bir yazışma-görüşme sonunda, çocuklar Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Bitlis Çocuk Yuvası’na yerleştirildiler.

Çocukların yurt kayıt numaraları ile nerede olduklarına dair yazılı bir belge hazırlatarak, Şehittepe köyü muhtarıyla annelerine gönderdim.

……………………………………..

İşte, bazı bölgelerimizde bazı insanların kadına bakışı bu!  Hep söylediğim ve inandığım odur ki; kadını ülke siyasetinin karar ve yönetim kademelerinde etkin hale getiremezsek, yerimizde saymaya devam ederiz.

Kurtuluşumuz kadının kurtuluşundadır.

Saygılarımla.




705 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YEREL SEÇİMLERDE TARSUS - 02/09/2023
YEREL SEÇİMLERDE TARSUS
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN - 14/02/2023
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ? - 08/02/2023
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ?
NE KADAR ÖZLEMİŞİZ BÜTÜNLEŞMEYİ? - 13/09/2022
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’i oldum olası sevmem… Türk vatandaşı olsa da, Türkiye’de yaşasa da kendisini, Türk kültüründen daha çok kadim Yunan kültürüne yakın saydığını, milli bir çizgide olmadığını görüyorum.
NEDİR MİLLİ SİYASET -2- - 25/07/2022
Mustafa Kemal Paşa’nın daha 1923 yılında söylediği aşağıdaki sözleri onun, yolun en başından itibaren ‘Milli Siyaset’ düşüncesine sahip olduğunu gösterir:
NEDİR MİLLİ SİYASET ?(1) - 15/07/2022
Son yarım yüzyılda ülkemizin savrulduğu mevcut durumun iç ve dış “hareket ettiricileri”, onların planları, uygulamaları ve geldiğimiz yer, iyi incelenmeli ve doğru teşhis edilmelidir.
YENİDEN MİLLİ SİYASET 2 - 05/07/2022
1821 Mora kalkışması ile başlayan ve 7 Ekim 1912 / 30 Mayıs 1913 arası sekiz aylık dönemde kaybettiğimiz Balkanlarda, Türk kırımının zirveye ulaştığını; Osmanlı’nın bu 90 (doksan) yıllık geri çekilme döneminde 2.500.000 Türk’ün kırıma uğradığını, 8.0
YENİDEN MİLLİ SİYASET 1 - 04/07/2022
(“Yeniden milli Siyaset” yayın hazırlıkları yaptığım kitabımın adıdır. Kitabın “Sonsöz” Bölümünü okuyucularımla paylaşmak istedim.)
AYDIN PARTİCİLİĞİ - 01/06/2022
[ Bilirsiniz bizim kültürümüzün bir parçası olan sözlü halk edebiyatımızda Hz. Süleyman, “Kuş dili bilen,” olarak anlatılır. Hz. Süleyman ile kanadı kırık bir kuş arasında geçtiği söylenen öykü, “İnsanlar ders alsınlar,” diye tekrarlanır, kuşaklar bo
 Devamı
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028